Ne var ki duygulara kimse karşı koyamaz, oradadırlar ve her türlü bastırma girişiminden bağımsızdırlar. İnsan, yaptığı bir hareket, söylediği bir söz yüzünden kendine kızabilir, ama yaşadığı bir duygu yüzünden kızamaz, çünkü duygularımız üzerinde hiçbir gücümüz yoktur.
Geçmişi anımsamak, onu hep sırtı da taşımak, dedikleri gibi, belki de insanın kendi ben'ini koruyabilmesi için gerekli tek koşul. Ben'in çekip küçülmemesi, oylumunu koruması için, anıları bir saksı çiçeğini sular gibi sulamak gerekiyor; ve bu sulama işi, geçmişin tanıkları ile, yani dostlar ile sürekli temas halinde kalmayı zorunlu kılıyor. Onlar bizim aynamız; belleğimiz; onlarsan hiçbir şey beklemiyoruz, yeter ko zaman zaman o aynayı parlatsınlar, parlatsınlar ki, yüzeyinde kendimizi görebilelim.
Geçmişi anımsamak, onu hep sırtı da taşımak, dedikleri gibi, belki de insanın kendi ben'ini koruyabilmesi için gerekli tek koşul. Ben'in çekip küçülmemesi, oylumunu koruması için, anıları bir saksı çiçeğini sular gibi sulamak gerekiyor; ve bu sulama işi, geçmişin tanıkları ile, yani dostlar ile sürekli temas halinde kalmayı zorunlu kılıyor. Onlar bizim aynamız; belleğimiz; onlardan hiçbir şey beklemiyoruz, yeter ki zaman zaman o aynayı parlatsınlar, parlatsınlar ki, yüzeyinde kendimizi görebilelim.
Bugün, can sıkıntısının miktarı -can sıkıntısı ölçülebilir bir şeyse-, eskiden olduğundan daha fazla. Eskiden yapılan meslekler, hiç olmazsa birçoğu, insanın o mesleğe karşı kişisel bir tutkusu yoksa, akla bile getirilmeyen mesleklerdi: topraklarına âşık köylüler; güzel masaların büyülü yaratıcısı dedem; köydeki insanların tümünün ayak ölçülerini ezbere bilen ayakkabıcılar; ormancılar, bahçıvanlar; o dönemlerde askerlerin bile birbirlerini tutkuyla öldürdüklerini düşünüyorum. Yaşamın anlamı, insanlar için 'bir soru işareti' değildi, yaşam onlarla birlikteydi, tüm doğallığıyla, ilişkilerinde, tarlalarındaydı. Her meslek kendine özgü düşünce tarzını, kendine özgü varoluş biçimini yaratmıştı. Bir doktor, bir çiftçiden başka biçimde düşünüyordu, bir askerin davranışı, bir köy öğretmeninin davranışına benzemiyordu. Oysa bugün, hepimiz birbirimizin benzeriyiz; işimize karşı gösterdiğimiz ortak ilgisizlik bizi birbirimize bağlıyor. Bu ilgisizlik bir tutku haline geldi. Çağımızın tek büyük, kolektif tutkusu.
Düşüncelerini yayımlayan kişi başkalarını kendi gerçekliğine inandırmak, onları etkileme ve böylece dünyayı değiştirmek isteyenlerin rolünü üstlenmek tehlikesini göze alır aslında.
Konuşmak zaman doldurmak değildir, tersine, zamanı konuşma düzenler, zamanı yöneten konuşmadır ve uyulması gereken yasaları o koyar.
Bir zaman parçasına blçlmln damgasını vurmak, güzelliğin, ama aynı zamanda belleğin zorunluluğudur. Çünkü şekilsiz olan şey kavranılamaz, bellekte tutulamaz.
Varoluşun matematiğinde bu deneyim iki temel denklem içine girer: Yavaşlığın derecesi anının yoğunluğuyla doğru orantılıdır; hızın derecesi unutmanın yoğunluğuyla doğru orantılıdır.
Bugün, can sıkıntısının miktarı -can sıkıntısı ölçülebilir bir şeyse-, eskiden olduğundan daha fazla. Eskiden yapılan meslekler, hiç olmazsa birçoğu, insanın o mesleğe karşı kişisel bir tutkusu yoksa, akla bile getirilmeyen mesleklerdi: topraklarına âşık köylüler; güzel masaların büyülü yaratıcısı dedem; köydeki insanların tümünün ayak ölçülerini ezbere bilen ayakkabıcılar; ormancılar, bahçıvanlar; o dönemlerde askerlerin bile birbirlerini tutkuyla öldürdüklerini düşünüyorum. Yaşamın anlamı, insanlar için 'bir soru işareti' değildi, yaşam onlarla birlikteydi, tüm doğallığıyla, ilişkilerinde, tarlalarındaydı. Her meslek kendine özgü düşünce tarzını, kendine özgü varoluş biçimini yaratmıştı. Bir doktor, bir çiftçiden başka biçimde düşünüyordu, bir askerin davranışı, bir köy öğretmeninin davranışına benzemiyordu. Oysa bugün, hepimiz birbirimizin benzeriyiz; işimize karşı gösterdiğimiz ortak ilgisizlik bizi birbirimize bağlıyor. Bu ilgisizlik bir tutku haline geldi. Çağımızın tek büyük, kolektif tutkusu.
"Ama size baba olmamak için on tane başka neden de sayabilirim." "Önce anneliği sevmiyorum," dedi Jakub ve düşünceli düşünceli sustu. "Çağdaş dönem tüm mitlerin maskesini düşürdü bile. Çocukluk çoktan saflık çağı olmaktan çıktı. Freud süt çocuğunun cinselliğini keşfetti ve Oidipus hakkında bize herşeyi söyledi. Annelik en son ve en büyük tabu. Anneyi çocuğuna bağlayan bağ kadar sağlam bir bağ yok. Bu bağ çocuğun ruhunu düzelmemecesine sakatlıyor ve oğlu büyüdüğünce anneye aşk acılarının en amansızını hazırlıyor. Anneliğin en büyük lanet olduğunu söylüyor ve buna katkıda bulunmayı reddediyorum." "Sonra?" dedi Bertlef. "Annelerin sayısını arttırmamak isteyişime yol açan bir başka neden de dişinin bedenini sevmem ve sevgilimin memesinin bir süt torbası olacağını tiksinti duymadan düşünememem!" "Ve tabii çocuğumu nasıl bir dünyaya göndereceğimi de düşünmeliyim. Okul, benim de yaşamım boyunca boşu boşuna savaştığım karşı gerçeklerle beynini doldurmak için onu benim elimden almakta gecikmeyecek. Oğlumun gözlerimin önünde düzen yanlısı bir ebleh olduğunu mu görmem gerekir? Ya da ona kendi düşüncelerimi aşılamam benimkilerin eşi olan çatışmalara sürükleyeceği için acı çektiğini görmem mi gerekli?"
Susan Elizabeth Phillips
Franz Kafka
Yılmaz Odabaşı
Neil Gaiman
James Joyce
John Flanagan
Ömer Hayyam
Ali Fuat Başgil
Alparslan Türkeş
Ömer Nasuhi Bilmen