Öyle bir an geldi ki,büyük bir şaşkınlıkla çok da mutsuz olmadığını farketti.Sabina'nın varlığı sandığından çok daha az önemliydi.Önemli olan,onun kendi yaşamında bıraktığı altın ayak iziydi,hiç kimsenin silemeyeceği ayak izi.Yaşamının ufkundan kaybolup gitmeden önce Franz'ın eline o Hercules süpürgesini tutuşturuvermişti Sabina;Franz da bunu eline alıp yaşamında horgördüğü her ne varsa süpürüp atmıştı.Ansızın gelen bir mutluluk,bir tamamlanmışlık duygusu,özgürlükten ve yeni bir yaşamdan kaynaklanan bir sevinç-Sabina'nın ona bıraktığı armağanlar bunlardı işte.
...düşüncenin yaklaşıklığı ile gerçekliğin kesinliği arasında düşlenemez olanın yarattığı küçük bir boşluk vardır..
Beyinde,öyle anlaşılıyor ki,şiirsel bellek diyebileceğimiz ve bizi büyüleyen,bize dokunaklı gelen,hayatlarımızı güzelleştiren her şeyi kaydeden özel bir alan var.Tereza'yla karşılaştığından bu yana,hiçbir kadının Tomas'ın beyninin bu alanında en ufak bir iz bile bırakmaya hakkı yoktu.
''Ben''de özgün ve benzersiz olan şey,bir kişide düşlenemeyen ne varsa onun içine gizlenir.Düşleyebildiklerimiz herkesin başkaları gibi yaptığı şeyler,insanların ortak yanlarıdır ancak.Bireysel ''ben'' alelade olandan farklı olan,yani önceden tahmin edilip kestirilemeyen,peçesini,örtüsünü sıyırıp açmak,fethetmek gereken şeydir.
Neredeyse çocukluğundan bu yana,Tereza ailesiyle sürdürdüğü yaşamı anlatmak için kullanırdı bu deyimi.Toplama kampı,insanların sıkış tıkış,gece gündüz sürekli bir arada yaşadıkları bir dünyadır.Acımasızlık ve şiddet yalnızca ikincil (ve hiç de vazgeçilmez olmayan) niteliklerdir.Toplama kampı,kişinin özel yaşamının tamamen ortadan kalkmasıdır.Daha çocukluğundan beri,Tereza toplama kampının çok kural dışı ya da irkiltici değil,son derece temel bir şey olduğunu biliyordu;içine doğduğumuz ve ancak büyük çabalar harcayarak kaçabileceğimiz verili bir olgu.
Platon'un Şölen'indeki ünlü efsane geldi aklına ansızın:Tanrı onları ortadan ikiye ayırıncaya kadar bütün insanlar hermafroditti,o zamandan beri bu yarılar birbirlerini arayarak dünyanın dört bir bucağında gezinip duruyorlar.Aşk kaybettiğimiz yarıyı özleyişimizdi işte.
Tereza aynı günün erken saaatlerinde tanık olduğu sahneyi,Tomas'ın kamyoneti onarışını,o sırada ne kadar yaşlı durduğunu hatırladı.Hedefine varmıştı;hep yaşlansın istemişti.Çocukluğundaki odada yüzüne bastırdığı tavşan yeniden aklına geldi.
Piyanoyla viyolonselin ezgisine uyarak dans ettiler,Tereza başını Tomas'ın omzuna dayadı.Tıpkı,uçakta fırtına bulutlarının arasında birlikte uçarlarken yaptığı gibi.O an yaşadığı aynı garip mutluluğu ve aynı garip hüznü yaşıyordu şimdi.Hüzün,son duraktayız demekti.Mutluluk,birlikteyiz,demekti. Hüzün biçimdi,mutluluk içerik.Mutluluk hüznün uzamını dolduruyordu.
Sarı saçlar ve siyah saçlar, insanın yaradılışının iki kutbudur. Siyah saçlar erkeklik, yüreklilik, içtenlik, eylem anlamına gelir; sarı saçlarsa kadınlığı, sevecenliği, güçsüzlüğü ve pasifliği simgeler. Demek ki bir sarışın gerçekte iki kat kadındır. Bir prenses ancak sarışın olabilir. Yine bu nedenle kadınlar, olabildiğince dişi olabilmek için, saçlarını hiçbir zaman siyaha boyamazlar da sarıya boyarlar.
Bu ülkede, insanlar sabahlara saygı göstermiyorlar. Uykularını bir balta vuruşuyla kesen bir çalar saatle kendilerini kabaca uyandırtıyorlar ve hemen uğursuz bir aceleciliğe bırakıyorlar kendilerini. Bir şiddet hareketiyle başlayan bir günün daha sonra ne olabileceğini bana söyleyebilir misiniz? Çalar saatlerinin her gün küçük bir elektrik şoku geçirttiği bu insanların başına ne gelebilir? Her gün şiddete alışıyorlar ve her gün zevki unutuyorlar.
Aşkın Güngör
Doğan Cüceloğlu
Sarah Jio
Rick Riordan
Truman Capote
Federica Sgarbi
Cassandra Clare
Nikolay Vasilyeviç Gogol
Stieg Larsson
Recaizade Mahmut Ekrem