- "Ah, ah ne kanun? Ne hakimi ? İşler Tanrı'ya kalmış... Bir kepazeliktir gidiyor!..."
- Vicdanına karşı, benim aracılığımla onurunu geri vermek istiyorsun...
- "Beni yakaladılar, tıktılar. Ne önemi var? Sağlığım yerinde..." diyor, gülümsüyor, fakat gülümsemesinden bir zehir akıyordu.
- "Şunu da bildirmeliyim ki, artık bu devrede jüri olarak bulunamayacağım." _"Sizde bilirsiniz ki, bunun için mahkemeye yeterli ve hareketinizin sebeplerini açıklayıcı bir gerekçe bildirmelisiniz." "Bu sebepler basittir; ben mahkemenin kararlarını yalnız faydasız değil, ahlaksız buluyorum." Savcı alaycı bir gülümsemeyle: _"Olabilir"
- Bugünün gençlerinde doğallığa karşı bir durum, deliliğe yakın bir hal yok mu?
- Prens 130 tane yol işçisinin başından gelen geçeni anlattı ve bundan kimin sorumlu olduğunu sordu. Avukat vereceği cevabı bir süre aradıktan sonra: "Sorumlu kim midir? Hiç kimse. Savcıya sorunuz, bu ne haldir? deyiniz. Suçu valiye yükletir Valiye sorunuz, savcıyı çarpar..."
- "Şimdi emret. Bir sigara içer misin? İçeceksen gidip bir tabla getireyim de, halılar yanmasın..."
- Her bireyin belirli özelliklerinin olduğu..., iyi veya kötü, zeki veya aptal enerjik veya uyuşuk olduğu yolunda yerleşmiş yanlış bir inanç vardır. Gerçek böyle değildir. Her fert az, çok iyi; az, çok zeki; az, çok uyuşuk; yoksa filana iyi ve filana kötü demek doğru değildir. Bu zeminde insanlar ırmaklara benzer. Su her tarafta birdir; özellikleri aktığı yere ve zamana göre değişir. Bazen genişler, bazen daralır. Bazen parlak, bazen bulanık olur. Bazen ılık, bazen soğuktur. Her insan, üzerinde insanlara özgü bütün niteliklerin tohumlarını taşır. Bazen bu tohumlardan falan filan tutar, açılır, serpilir ve diğer bir kısmı olduğu yerde örtülü kalır. Bir halde ki, içimizden biri, bu genel doğa kanununa geçici bir zaman için istisna oluşturuyormuş gibi, bir hal ile görülebilir. Prens bu değişikliğe uğramış ve şimdi asıl huyunun genel hükümlerine dönmüş bulunuyordu.
- Prens kendilerine sordu: "Köyde en yoksul kimdir?" Onlar saydılar, filan yoksuldu; filan daha yoksul ve falan en yoksuldu. Hele falanın bir ineği bile yoktu. Fakat onlar üç kişi, halbuki filanlar beş kişiydiler. Evet amma, falan fazla olarak duldu. Hayır canım, filan da duldu. Dul değilse, kocası nerede idi?
- Nasıl oluyor da, (tabii, ben de dahil olduğum halde) hiçbirimiz bu kadar meydanda olan gerçekleri görmemişiz? Halk gerilemiş etmiş ve bu gerileme ile arkadaşlık etmiş. İçinde yuvarlandığı yoksulluğa yavaş yavaş sürüklenirken sesini çıkarmamış, adeta göz yummuş, kadınları zorla çalıştırılmış, susmuşlar; bu yüzden özellikle çocuklara bakılmamış, susmuşlar; her sınıf, bilhassa ihtiyarlar gıdasızlıktan bitiyor, halk gene susmuş, duruyor. Bu insanları alçaltan durum ile o derece arkadaş olunmuştu ki, biz de doğup büyürken, hep bu hali göre göre onu doğal görmeye alışmışız...