- "tebessüm"
- Sonra hepimiz ismimizi, babamızın mesleğini söylemiştik. Sahi o zamanlar hepimizin babası neden serbest meslek sahibiydi? Neden hiç bir zaman babamızın mesleğini söyleyemedik? Neden 'benim babam bizi geçindiremeyecek bir meslekte çalışıyor' diyemedik? Neden 'benim babam bizi geçindirmek için bir senede saçlarını beyazlattı' diyemedik? Yoksa utanıyor muyduk? (Güneye Giden Leylekler)
- Şimdi o sevinçle birlikte o cümleyi ara ara düşünmüyor değilim. Daha bir imgesel bakıyorum artık o leyleklerin göçüşüne... Çocuklar bir leylek ve vakti geldiğinde göçüp gidiyorlar. Her sene mezun ettiğim öğrencilerin ardından Gülşen Hanım'ın cümlesini kullanıyorum: 'Bakın leylekler ne de güzel göçüyor.' Güneş kızıl hayat güneye doğru akıp gidiyor, bir ressam öylece durmuş çocukluğumun canlı resmini çiziyor tuvale... Benim elim de bir çocuk... Sarsılan bir görüntü... Ama güneye işte... Bütün umutlar güneye... İtri Bey ve Gülşen Hanım... Beni güneye gönderdiler... Büyük imlerin başkentine... (Güneye Giden Leylekler)
- Derse giriyorum, meraklı bakışlar arasında sınıf defterini imzalıyorum. Tahtaya dersin adını, konuyu ve adımı yazmışlar. K. Raşit Akdeniz. Öğretmen masasına yakın sıralardan öğrencilerin konuşmalarını duyuyorum. - Raşit Akdeniz'i anladık da oğlum bu "K" ne ki? Yandaki cevap veriyor: -Kebap oğlum, kebap!.. İçimde biriken kahkahayı kendimi zor tutarak tebessüme çeviriyorum. (Cildikısık Tüneli'nin Ardında Bahar Var)
- Ne kadar eğitimini alsanız da öğretmenliği öğretmenlik yaparak öğreniyorsunuz. (Cildikısık Tüneli'nin Ardında Bahar Var)
- Utanırım bu sevdayı söylemeye bazen. 'Meslek işte!' der bazıları, 'Ekmek parası!' hayır, bunlar değil! 'Gönül yarısı, ciğer paresi mesleğim, öğretmenliğim!' derim, bir garip olur içim. (Cildikısık Tüneli'nin Ardında Bahar Var)
- 'Öğretmen nasılsa sınıf da öyledir.' düşüncesiyle güçlü, derli toplu olmaya; 'Öğretmen, kendini yavaş yavaş gereksiz kılabilendir' diyerek de tüm bilge ve gücümü onlara, geleceğin geçici sahiplerine adadım. (Yürek de Düşünür)
- Hani bir keresinde tahtaya kaldırıp da bana bir problem sormuştun. Hiç unutmuyorum şöyleydi: "Annem 20 lira verdi. Bakkaldan 4 ekmek aldım. Geriye kaç liram kaldı?" Çarptım, çıkardım. "4 liram kaldı öğretmenim" dedim. Heyecanla kalkıp yerinden, uçarcasına yanıma geldin. Alnımdan öpüp: "Aferin yavrum, ekmeğin fiyatını biliyorsun. Sen okur, adam olursun!" demiştin. Okul çıkışlarındaki en sadık dostum boya sandığı ve kara boyalar öğretiyordu bana ekmeğin kaç lira olduğunu ve enflasyonun ne olduğunu öğretmenim. (Misafir Şekeri)
- Okul çıkışında sıra arkadaşım yüksel uğradı. Sınıfta göremeyince ilk işin beni sormak olmuş. Seni tanıdıkça örnek almıştım kendime. Senin gibi öğretmen olacaktım. Seni kıskanıp biraz da rakip görmüştüm kendime hani. Seni her konuda geçecektim. Beni sorduğunu Yüksel'den öğrenince bana bir gol atıp yine öne geçmiştin. Ama biliyor musun ilk defa bir yenilgiden haz aldım bugün. (Misafir Şekeri)
- Unuttum kelebeğin ömrünü ve türlerini. Amerika'nın ne yana düştüğünü, aya ilk gidenin kim olduğunu, savaşların nedenlerini ve sonuçlarını... Lakin unutmadım kara ellerden ve alın terinden utanmanın yanlış olduğunu... Unutmadım nefti akşamların maviye dönüşebileceğini... Seni bir ben unutmadım, bir de evin reisi hanesine yazdığından beri omuzları dik alnı kırışık, fındık gugarı elli anam. Kim bilir şimdi neredesin, ne yapıyorsun, hangi renkleri ısıtıyorsun? Hani belki uzaklarda bir yerde beni merak ediyorsan, hemen söyleyeyim: Ellerim hala kara; ama dediğin gibi, istediğin gibi alnım ak. Hemde apak öğretmenim... (Misafir Şekeri)