- Fakat Allah onları kurtarınca bir de bakarsın ki onlar, yine haksız yere taşkınlık ediyorlar. Ey insanlar! Sizin taşkınlığınız ancak kendi aleyhinizedir; (bununla) sadece fâni dünya hayatının menfaatini elde edersiniz; sonunda dönüşünüz yine bizedir. O zaman yapmakta olduklarınızı size haber vereceğiz. YÛNUS-23
- İlkel insanların, doğanın her şeyinden, gök gürültüsünden, karanlıktan, taşan bir nehirden, yırtıcı hayvanlardan hatta birbirlerinden korktuklarını biliyoruz, ilk duygu ve düşüncesi korku olan insanın her düşünce ve dileğini kesin olarak yapmaya kalkışmış olması düşünülemez. İlkel insan gruplarında, ata korkusu ve sonunda, büyük kabile ve kavimlerde, ata korkusu yerine geçen Tanrı korkusu, insanların kafalarında ve hareketlerinde hesapsız yasaklar yaratmıştır. Yasaklar ve hurafeler üzerine kurulan birçok alışkanlıklar ve gelenekler, insanları düşünce ve harekette çok bağlamıştır. O kadar ki, kişisel düşünce ve hareket serbestliği gibi bir hak kavramı bilinmemiştir. İnsan, öncelikle doğanın esiri idi; sonra, buna, gökyüzünden güç ve yetki alan bazı adamlara esir olmak eklendi, insan toplulukları büyüdükçe ve devlet haline geldikçe, bireyler üzerindeki ağırlık o kadar çoğaldı. İnsanlar, düşünsel gelişimde ilerledikçe, kendi kökenlerini daha açık düşünmeye başladılar; yavaş yavaş onun büyüklüğünü daha iyi anlamaya ve değerini bilmeyi başardılar. Doğanın, her şeyden büyük ve her şey olduğu anlaşıldıkça doğanın çocuğu olan insan kendinin de büyüklüğünü ve onurunu anlamaya başladı. İşte, insanlar, bu anlayış derecesine yükseldikten sonra ?doğanın, insanda yarattığı bütün yetenekler, çalışmalarını serbest olarak yapmayı ve serbest olarak geliştirmeyi gerekli kılar; bu gereklilik doğaldır; doğanın verdiği haktır? düşüncesine ulaştılar.
- Türk, baskı ve tutsaklık zincirlerini parçalayabilmek için iç ve dış düşmanlar karşısında yaşamını ortaya koydu; çok kanlı ve tehlikeli savaşımlara (mücadele) girdi; sayısız özverilere katlandı; başarılı oldu, ancak ondan sonra özgürlüğünü kazanabildi. Bu nedenle özgürlük Türk'ün yaşamıdır. Artık Türkiye?de ?Her Türk özgür doğar, özgür yaşar. Türk'ün bugünkü soysal (milli) ve siyasi ahlakı ve yüksek değeri onun amacını ve durumunu tespit etmiştir.
- Kişisel özgürlüğün ne kadarından vazgeçmek gerekeceği, zaman ve ülkeye göre değişir. Değişik zamanlar, değişik önlem gerektirir. Diğer taraftan kötüye kullanılan özgürlük; geçici olarak ve ancak geniş ölçüde sınırlandırılmayı gerektirir.
- Kendilerine, ellerinizi savaştan çekin, namazı kılın ve zekâtı verin, denilen kimseleri görmedin mi? Sonra onlara savaş farz kılınınca, içlerinden bir gurup hemen Allah'tan korkar gibi, hatta daha fazla bir korku ile insanlardan korkmaya başladılar da «Rabbimiz! Savaşı bize niçin yazdın! Bizi yakın bir süreye kadar ertelesen (daha bir müddet savaşı farz kılmasan) olmaz mıydı?» dediler. Onlara de ki: «Dünya menfaati önemsizdir, Allah'tan korkanlar için ahiret daha hayırlıdır ve size kıl payı kadar haksızlık edilmez.» NİSA Suresi 77
- Yüz binlerce insanın dövüştüğü savaş meydanları her tür felaket ve perişanlık yeri olabilir. Ortalık cesetlerle dolar, kan deryası haline gelir; böyle manzaralar karşısında herhangi bir insan yürek inceliği hisseder ve merhamete gelir, korkuya çabuk kapılır. Burada kumandanı koruyacak, farklı özellikleridir. Buna merhametsizlik diyorlar. Oysa bu, gerekli bir sağlamlıktır.
- Çağımızda ordular büyüdü, savaş silah ve araçları çeşitlendi çoğaldı; olağanüstü masrafları ve özveriyi gerekli kılıyor. İnsanların birbirleriyle savaşması, boğazlaşması, birbirlerinin kanını dökmesi doğru mu? Bu ve bunun gibi bir takım görüşlerle, orduların sınırlandırılmasından (silahlanma sınırlandırılması) ve son olarak orduların tamamen kaldırılmasından söz edilmektedir. Bu, insana çok yakışan bir düşüncedir fakat mümkün değildir. Bu olanak, her zaman, parlak bir ülkü olarak kalacaktır: Bu yolda bir teklifi, 1800?lü yılların başlarında Napolyon, Avusturya ve Prusya Büyükelçilerine önermişti. Avusturya Büyükelçisinin yanıtı şuydu: - Böyle bir şey Avusturya Devletini memnun eder. Ama zorluk, bu konuda Berlin hükümetini inandırmaktır. İşte, mesele sonuna değin bu noktada kalacaktır. Her devlet, diğer devletin birinci adımı atmasını isteyecektir. Her devlet diğerlerinden şüphelenecektir ve hiç biri bu ilk adımı atmayacaktır; tersine her biri mümkün olduğu kadar silahını daha keskin tutmaya çalışacaktır. Çünkü ilk adımı atacak olan devlet bunu yapar yapmaz gücünü, oy'unu, mevkisini kaybedecektir; hiç bir heyet, bunun böyle olmasına engel olamayacaktır, olmayacaktır. Dünyanın düzenini, güvenliğini ve dengesini kuran ve tutan, "güçtür"; her şeyden önce bir devlet içinde de durum böyledir. Bir millet ne kadar uygar olursa olsun düzen ve güvenin sağlanması için polisin, jandarmanın hatta ordunun varlığını gereksiz bulamaz. Doğa insanları böyle yaratmıştır.
- Dünya üzerinde var olan devletler savaşlarla oluşmuştur. Savaş aracına sahip olmayan veya savaş aracı zayıf olan milletler, güçlülerin düşkünü, vergi vereni, esiri olmuşlardır. Ordu istemeyen ve ordunun yüklediği maddi, manevi özveriyi göze almayan bir millet, esaret zincirini kendi eliyle boynuna geçirir ve bağımsızlığı uğrunda ordusuna yapacağı özverinin on katını, kendini esir eden egemen milletlerin menfaati uğruna harcamak zorunda kalır.
- Namaza çağırdığınız zaman onu alay ve eğlence konusu yaparlar. Bu davranış, onların düşünemeyen bir toplum olmalarındandır. MAİDE Suresi 58
- Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir. HUCURAT SURESİ 12