Taçlı aşkın bir kıskançlıktan ibaret olduğunu söyledi;üç görünümü olan bir kıskançlık. Bunlardan birincisinin halka dönük, ikincisinin aşıka dönük, üçüncüsünün de maşuka dönük olarak ortaya çıktığını anlattı. Halk, aşıkı aşk yüzünden kınayıp dışladığı vakit aslında onu kıskandığı için bunu yapıyormuş.Aşık, sevgiliyi herkesten ve özellikle de rakiplerinden saklamayıp kolluyormuş ki bu, sevgiliyi onlardan kıskandığını göstermesine yarıyormuş. Sevgili, aşkından öyle fedakarlıklar istermiş ki aşık dönüp kendine bakamasın ve yalnızca sevgili için olsun. Yani sevgili aşıkı bizzat aşkın kendinden kıskanırmış ki aşk işinde şerik ve ortak olmasın. Onun bu cümleleri benim aklıma başka yorumlar da getirdi. Sözgelimi kıskançlıkların tamamı dünya varlıklarını dışlıyor, aşk gelince dünya sevgisi kayboluyordu. Yahut aşk işinde dünya yalnızca bir rakip konumunda oluyor ve aşıkı yolundan alıkoyuyordu.Aşkın gücü sevilen ile seven arasındaki "bir"leşmeden geliyordu. Birleşen şeyler iki sevgili gibi birbirine denk veya sevilen sevenden üstte ise bu noktada aşık kendini maşuka adamış oluyo, aşık ile maşuk ayrımı ortadan kalkıyor ve aşık vuslattan da, hicrandan da aynı lezzeti alabiliyordu.Böylece aşk, ayrılığı da, vuslatı da ortadan kaldırmış oluyor, seven sevileni ta içinde buluyordu. Kişinin bir isimle yaşaması gibi birşeydi bu. Kişi her nereye gitse isminide birlikte götürdüğüne göre iaminin ayrılık acısını cekmeside imkan ötesinde kalıyordu. Vuslat ayrılığın, ayrılık da vuslatın kendisi olunca seven İle sevilen aynileşiyorlardı. Aşk yolunda olmak veya olmamak, bulmak veya yitirmek, azık veya azıksızlık, nasip veya nasipsizlik ortadan kalkıyor veya olmak olmamaya, yitirmek bulmaya, azıksızlık azığa, nasipsizlik de nasibe dönüşüyordu.