- Devlet insan mı ki güzel-çirkini ayırsın...
- "gözlerini taşıdığı kuşkunun karanlığına diken kadın, eve girip çıkarlarken çocuklarının o çukura düşmelerinden korkuyordur."
- "Bakılamayacak kadar korkunç bir yüzü vardı. Onun böyle bir yüzü taşımaktan yorgun olup olmadığını düşündüm bir süre. Sonra, hiç kimse sürekli korkunç olamaz, diye geçirdim içimden, beyni bedenini birazcık rahat bıraktığında, bu bakışlar pamuk şekerine dönüşebilir."
- " Biz o tarafa geçtiğimizde annem balkona çıkmış, sofra bezini silkeliyordu. O kollarını yukarıya kaldırdıkça, İzzet Dayımla Hüseyin Dayımın çatılarından aşıp on beş, yirmi ev aşağıdaki camiye doğru savruluyordu sofra bezi. Hatta caminin minaresi bazen etrafında uçuşan irili ufaklı kuşlarla birlikte, alacalı bulacalı bir göğe benzeyen bu bezin altında kalıyordu. Ben de durmuş, manzaranın hoşluğuna bakıyordum " Hasan Ali Toptaş
- ''Aklıma, elinde ?Hazer İçin Birkaç San Gül?le kimi zaman Çukurova?nın kavurucu sıcağında, kimi zaman Asi Nehri?nin serinliğiyle genişleyen Amik?te, kimi zaman da Mısır?a ve Babil?e doğru kayan yıldızlan görebilmek için Agra Dağı?nın zirvesinde gezinip duran Hüseyin Ferhad geldi tabii. Sırtından şaman göyneğini hiç çıkarmayan bu şairin dizlerinde ne de olsa her zaman açık duran bir Doğu haritası vardı ve bana bu konuda her zaman bir şeyler söyleyebilirdi. Böyle düşünür düşünmez, rahatsız ederim korkusu duymadan, gece baca demeyip hemen telefonla aradım onu. İnsana tâ Çin Seddi?nde yankılanıyormuş gibi gözüken o sıcak ve karayağız sesiyle bana M. Sıddık Gümüş?ün Hakikat Kitabevi tarafından yayımlanan Tam İlmihâl Se?âdet-i Ebediyye< adlı kitabını işaret ettikten sonra telefonun öteki ucundan, ?Kimin kim olduğunun ne önemi var Haşan Ali, aslolan yazıdır,? dedi Hüseyin Ferhad. Hemen ardından da, ?Rimbaud için şimdi Adana?da Seyhan Nehri?ne dokuz adet siyah gül atıyorum, yarın sabah da İmrü?l Kays?ı anma törenine katılmak üzere Ankara?ya geleceğim, görüşürüz,? diye ekledi.''
- ''Aynı zamanda, yüzyılların gerisinden eğilip bizim kulağımıza o koca sakallı sesiyle şunları da fısıldamış olur: ?Sevgili çocuklar, hikâye dediğimiz şey kelime kusarak değil, kelime yutarak yazılır.?''
- ''Bu durum, beni fena halde üzüyordu o yıllarda. Hem de öyle çok üzüyordu ki, efkârlı bir ümmi olan babaannem bunu bir şekilde seziyor, sezdiği için de bana otu-çöpü bahane ederek her fırsatta destek olmaya çalışıyordu. ?Efe milleti, çeyrek efe, buçuk efe ve efe olmak üzere üçe ayrılır ama sen bunlardan değilsin; sen efelerin efesisin,? diye sık sık ruhumu okşuyordu sözgelimi ve laf aramızda, ben de babaannemin bu sözlerinden yola çıkarak, arada bir kendimi Hasan?ı unutulmuş bir Yörük Ali sanıyordum. Hatta, arada bir, ?Şu Dalma?dan geçtin mi / soğuk sular içtin mi / efelerin içinde / Yörük Ali?yi seçtin mi? diye başlayıp ?Hey gidilinin efesi-efesi / ef-felerin efesi? nakaratıyla devam eden türküyü farklı duygularla dinlediğim bile oluyordu.''
- ''Okuduğum onca hikâyeye rağmen, benim hikâyelerim de neredeyse yirmi yıldan bu yana hiç değişmedi. Bu konuda bana bir soru sorulduğunda ya da cesaret edip eş dost meclisinde kendiliğimden konuşmaya başladığımda hep aynı hikâyelerin adını saydım: Gabriel Garcia Marquez?den, ?Boğularak Ölenlerin En Yakışıklısı?; Borges?ten ?Yollan Çatallanan Bahçe?; Carlos Fuentes?ten ?Aura?; Kafka?dan ?Kanun Önünde?, ?İmparatorun Haberi?, ?Ceza Sömürgesi?, ?Kovalı Süvari?, ?Çiftlik Kapısına Vuruş? ve ille de ?Avcı Gracchus?...''
- ''O anda neler düşündü bilemiyorum ama, benim kısaca özetleyiverdiğim bu konuşmaları başını yere eğerek büyük bir sessizlikle dinledi Neşet Ertaş. Sonra, bağlamasını dizlerinin üstüne yatırdı ve; ?Aslında ben şairler toplantısı var dediler de geldim. Ben şair değilim, şair denince, okuyup yazmış adama şair derler diye bilirim. Sağ olun, bu kadar ilgi göreceğimi bilmiyordum,? dedi.''
- ''Kendisine, ?Gönlümüzde göz yanığı, giderim ha giderim? sözü hatırlatılarak, aşk hakkında; hünerin Leyla?da mı, Zahide?de mi, yoksa Neşet?te mi olduğu hakkında; Arif Sağ?ı, Orhan Gencebay?ı ve Neşet Ertaş?ı etkileyen Bayram Aracı hakkında; usta çırak ilişkisi, halk şiiri ve türkülerin oluşumu hakkında çeşitli sorular soruldu sonra. Sorulan yanıtlarken, çarpıcı hikâyeler anlattı Neşet Ertaş. Bunlardan biri babasına ait bir görüntü: Muharrem Ertaş evin içinde çalıp söylemeye başlar, sonra da o coşkuyla hiç farkına varmadan kucağındaki bağlamasıyla birlikte kıçının üstünde sıçraya sıçraya avluya kadar gidermiş. Aklımda kalan ikinci hikâye de babasına ait ve ben onu şuracığa yazmazsam çat diye çatlarım: Kırşehir?e Muharrem Ertaş?ın heykeli dikildiğinde, Kırşehirli?nin biri bir gün heykelin karşısına geçip uzun uzun bakmış ve; ?Hey kurban olduğum, vatanı kurtardığını, düşmanı yendiğini, bize evimizi barkımızı verdiğini biliyodum da, bağlama çaldığını bilmiyodum!? demiş.''