- Bir bakıma, insan gördüğü şeylerin toplamı kadar uyanık, görmediği şeylerin sonsuzluğu kadar uykuda oluyor, diyordum.
- Sonra, tıpkı kuyuların başını mahşer yerine çeviren o boynu bükük insanlardan biriymiş gibi, toprağın derinliklerinden belki bir gün paha biçilmez bir cümle fışkırır da hayatın sırrı açıklanıverir diye, bir keçenin, bir kilimin, ya da nemli bir hasır parçasının üzerine oturup oralarda aç susuz yıllarca beklediği bile olurmuş.
- Ulaştırılınca da, meçhul yerlerden çıkarılan adamlar tahareti üç taşla mı yoksa tezekle mi yapıyor diye fena halde merak eden ve bu konuda zaman zaman kendi aralarında tartışan insanlar, bu kitaplan adeta yutarcasına, o güne dek görülmemiş bir telaşla okurlarmış. Merak ettikleri şeylerin yanı sıra, parmak uçlarını tükürükleyip sayfaları çevirdikçe bu adamların cinsel güçlerine, işerken erkeklik organlarını hangi elleriyle tuttuklarına, kadınlarla yatmadan önce ne tür kokular süründüklerine, Allah'la günde kaç defa konuştuklarına ve sıçtıkları zaman boklarının melekler tarafından kaldınlıp kaldırılmadığına dair daha başka ve daha ilginç bilgiler de edinirlermiş tabii ve bu bilgiler yeryüzünden silinip gitmesin diye, dönüp bütün bunları birbirlerine hemen her gün abartılı bir şekilde anlatırlarmış.
- * O gün, Tanrı'nın kendine sorduğu en zor bilmeceydin sen ve ben, çözmek bana düşmüş gibi sevinçliydim. --------------------------------------------------------------------------------------------- * Yalnızlığıma damlayan şarap lekesi yetecek sana. --------------------------------------------------------------------------------------------- * Kimi zaman, sana diyeceklerimi tutup onlara desem diyorum, sana susacaklarımı onlara sussam, sonra sen gelip bir sazan seçsen sözgelimi,... --------------------------------------------------------------------------------------------- * İçimi çektim birden. ''O gün, tel ögrüde nöbetçiydim ben.'' dedim Enver'e. ''Suriye'den gelenlerle Türkiye'dekilerin görüşmesi ve hediye alıp vermeleri ilk kez serbest bırakılmıştı.'' --------------------------------------------------------------------------------------------- * Yanıt vermedim. İnsanın bazı yanıtları yalnızca kendisine saklaması bir suçmuş gibi, bağışlatıcı öpücükler kondurdum ensesine. Ürperdi. Ürperince de, gülümsedi gözlerimin içine bakarak. --------------------------------------------------------------------------------------------- *Hele geçmiş, hiç bitmiyor. Herkes geçmişini çoğaltıyor sürekli. --------------------------------------------------------------------------------------------- * Birbirimizi görmeyeli yıllar olmuş gibi, bakıştık bir süre. Ben, içimden, bakışmak dokunmaya ne kadar yakın böyle, diye geçirdim o sırada. Sonra, o, ayağa kalkıp hızla soyunmaya başladı. İlk kez cesaret ediyordu buna. Üstünde ne var ne yoksa, tek tek çıkartıp attı içimdeki uçurumlara. Birer tutam siyah bulutlarıyla gökyüzü kadar çıplak kalınca da, uzanıp yattı aklıma. ---------------------------------------------------------------------------------------------
- Bazen hayat bu kahramanların içinde uyuyup da üstü akla hayale gelmeyecek bir yığın ivir zıvırla örtülü olan kötülüğü, çeşitli rastlantılarla çeşitli insan davranışlarını kullanıp kışkırtmaya çalışıyor ama, sonuçta değişen hiçbir şey olmuyor....
- Bir bakıma, iyilik dediğimiz şey kötülüğe yaklaşma konusunda şiddetle burun kaçırırken,kötülük daha cesur davranıp. (belki de korkup) ona yaklaşmayı göze alabiliyor...
- Kayboluyoruz belki bazı gözlerde; bir alay gürültü şeklinde salkım saçak ortaya cikiyor, anlaşılmaz işaretler gibi bir takım kafaları karıştırıyor, sonra da ayak seslerimizi şarkıların içine döke saça, yavaş yavaş gozden, gönülden ve hayattan uzaklaşıyoruz.
- "Evet, öylesine..." "anladım," dedi. Doğrusu ne anladığını merak ediyordum ama, sormadım. "Belki de ne anladigimi merak ediyordum ama, sormadım. "Belkide onu aramaya başladığin için ariyorsundur artık," dedi. "Bilmiyorum," dedim. "Ya da, onu senden başka kimsenin dusunmedigini düşündüğüm için?" "bilmiyorum" dedim.
- Bu insanoğlunun baştan beri kurtulamadığı ve sonsuza dek de asla kurtulamayacağı,tuhaf bir yazgiymis zaten; önce ne yapıp edip bin bir güçlükle, kıvrana kıvrana yaratır,sonra yaratma sevinci gibi gözüken hazin bir teslimiyetle yarattığının kulu kölesi olur, ardından da ille onu ellerimin arasında tutacağım, ya da içinden bir daha, bir daha doğuracağım diye, kendini hırpalaya hırpalaya helak olur gidermiş...
- İşte bende oyleymisim şimdi; elime umut denen o en eski ve en dayanikli bastonu almış, çile odalarında fırlayan dervişler Gibi. Soluk soluğa gözlerimdeki serabın pariltilarina doğru koşuyormuşum. Boşuna koşuyormuşum tabi...