- Her defasında kollarını iki yana açarak annem karşılar bizi, gözyaşlarıyla birlikte sarılır, koklaya koklaya öper. Babam ne sarılır ne öper o sırada. İstese bile bunu bir türlü yapamaz nedense. Samuel Beckett gibidir o; yeşile çalan gözleriyle, içinde bulunduğu zamanın dışında kalan meçhul bir noktada durur ve hiç ağzını açmadan herkese ve her şeye oradan bakar. Alıştığımız için, onun sessizliği sessizlik değildir artık bizim gözümüzde. Daha doğrusu, onun sessizliği ancak o olmadığı zaman sessizliktir.
- Okura yazmak ile okur için yazmak arasında dağlar vardır oysa.
- dünü yok edemeyeceğiz, diyor Gülnida da. çiçeklerin yaprağındaki, tenimizdeki, sesimizdeki, ağzımızın alıştığı tatlardaki, nasıldı'lardaki, kimdi'lerdeki, öyle miydi'lerdeki dünü...
- Dahası, kendisinden sıkılıp büyük bir gayretle başkası olmaya çalışmış da bunu bir türlü başaramamış, başaramayınca da orta yerde öylece kalakalmış gibi gözüküyordu.
- Hatta, kimi zaman olup bitenleri birbirini takip eden bulanık sahneler halinde gözlerinin önünden geçirerek, kendisine neden bu kadar zalimce davranıldığını anlamaya çalışırmış ama bu konuda ne kadar kafa patlatırsa patlatsın, herhangi bir sonuca ulaşamazmış.
- Duruşları insanın kalp atışlarında yankılanan rengarenk kelimeler de vardır sonra, gerçeğin her yerdeliğine inanmış serinkanlı cümleler, bir ova gibi genişleyiveren sessizlikler, alçakgönüllü paragraflar ve yeryüzündeki konuşmaların ağırlığından oluşmuşa benzeyen her biri birbirinden lezzetli virgüllerle yerli yerine oturmuş noktalar da vardır.
- O sırada Haydar ellerini ceplerine sokmuş, kısık gözlerle caddeden gelip geçenlere bakıyordu. İnsanlar her zamanki gibi onu görmeden, çeşitli uzaklıklar, anlaşılmaz korkular, dalgın gölgeler, ya da günlük telaşın rüzgarına kapılmış eller, ayaklar ve gülücükler halinde yanından yöresinden geçip geçip gidiyorlardı tabii. Başka bir deyişle, kaldırımın kenarında duran bu harap olmuş görüntü neyin nesi, kimin fesidir diye gözlerini çevirip bir kerecik olsun bakmıyorlardı.
- Nereye gittiğini bilmiyordur; ölünecek bir yer olsun da, neresi olursa olsundur. Gerçi her yerde ölünebilir, bunu biliyordur. Gene de kafasında daha güzel bir yer vardır, ölüm ölünen yerle güzelleşirmiş gibi...
- Sonra, cırlak sesli destan satıcılarıyla bu satıcıların okudukları destanların içinden heybetli birer gölge halinde fırlayıp insanların yüreğine korku salan katilleri ve bu katillerle birlikte kol kola yürüyen koca kanatlı melekleri görmüş. Sonra, kerpiç yığınlarının tepesine çıkarak, valiahi de billahi de ben peygamberim diye haykırıp duran nur yüzlü adamların, onların elini eteğini öpmek için itişip kakışan çıplak ayaklı fukaraların, kikir kikir gülüşen çocukların ve öksürürken ölüveren pörtlek gözlü ihtiyarların arasından geçip biraz daha yürüyünce, doğar doğmaz kanlı birer çıkın gibi göçüklerin içine fırlatılan bebek ölülerini görmüş.
- Bir de, akıldan geçen her şey insanoğluna söylenmez evlat, kimi zaman söyleyeceklerini sadece taşlara söyle, derdi.