- Bu düşmanlığı aşılayanlar ilk önce İttihatçılar, yani hürriyet kahramanları (!), yani Sultan Abdülhamid'in 33 yıl ayakta tuttuğu imparatorluğu 10 yılda dağıttıktan sonra memleketten kaçan kişilerdi. İttihatçılardan sonra da Ermeniler, Rumlar, Yahudilerdi Yani, yabancıları ise karıştırarak Türkiye'yi batırmak için Osmanlı Bankası'nı basan, Anadolu'da kargaşalık çıkaran ve Avrupalının gık demesine meydan vermeden Sultan Abdülhamid tarafından tepelenen Ermeniler; yani Balkanlara saldırıp karışıklık çıkarmak ve yine yabancıların da ise karışması ile Türkiye'yi parçalamak isterken Sultan Hamid tarafından 1897 de tepelenen Yunanlılar (ve bizdeki adı ile Rumlar); ve Filistin'de bir Yahudistan kurmak tesebbüşleri Sultan Hamid tarafından önlenen Yahudi'lerdi
- Görülmemiş bir haber alma şebekesi kurdu. Yabancı elçilerden bile casusları vardı. Avrupa'da kus uçsa haberi oluyor, aleyhimizdeki kararları önceden öğrenerek tedbirini alıyordu. Hilafeti, Osmanlı Hanedanından almak için Mısır'da kurulan gizli bir derneğin üyelerinden biri Sultan Hamid'in adamlarından biri idi. Balkanlıların mezhep ve milliyet ayrılıklarını körükleyerek birleşmelerine engel olduğu gibi, İngiliz, Alman ve Rusları da birbirine düşürerek aleyhimizde birleşmelerini engelledi.
- Memleketi doğudan tehdit eden Moskof emperyalizmi ile batıdan tehdit eden Avrupa emperyalizmi ve onun temsilcisi İngiltere'ye karşı devleti savunan Sultan Hamid, ayrıca azınlıklar ve gafil hürriyetçiler ile de uğraşmaya mecbur olmuş, güneyden gelen Siyonizm'e de göğüs germiştir. Sultan Hamid için, Osmanlı İmparatorluğunu, soyumuzun düşmanı Moskoflarla hilâfetin düşmanı İngiltere'ye, devletimizin düşmanları Siyonizme ve azınlıklara, rejimin düşmanı hürriyetçilere karşı savunmak meselesi ve vazifesi vardı. Bunun için de, kendisinin, devlet başkanı kalması gerekti. Kendisi çekilirse, devletin tutunamayacağı hakkındaki düşüncesinin doğruluğu, çok geçmeden gerçekleşmiştir.
- Sultan Hamid, kızıl değil "Gök Sultan" dır. Herkeste bulunması mümkün ufak tefek kusurlarını şişirip erdemlerini inkar etmekle ne Türk tarihi, ne de Türk milleti bir şey kazanır. İsmail Safa, İngiliz-Boer savaşında, İngilizlerin bir başarısını, onların elçiliklerine giderek tebrik ettiği için, Sultan Hamid tarafından, haklı olarak, sürgün edilmiştir. Belki İsmail Safa, o zaman, İngilizlerin nasıl bir Türk ve Müslüman düşmanı olduğunu bilmiyordu. Fakat geniş haber alma imkanları ile her şeyi bilen Sultan Hamid, memleket aydınların düşman elçilikleriyle temasına müsaade edemezdi.
- Bir milletin çocukları kendi soylarına kötülük etmiş olanları bağışlayarak büyürse, onlara karşı hiç bir öç duygusu beslemezse yahut kendine hizmet edenleri tanımaz da onları inkar ederse, o millet yaşama hakkını kaybeder.
- Demek, bütün Osmanlı padişahları gafil ve biçare! Demek, Türk ordularını zaferden zafere koşturan, Türklüğü ve Müslümanlığı bütün Avrupa'ya karşı savunanların başında bulunan, yurdun her yerini bilim ve sanat eserleriyle dolduran bu insanların arasında bir tanecik bile değerli insan yok, öyle mi? Bu gaziler ve şehitler ocağına savrulan bu suçlama, vicdanlar için ne ağırdır! Osmanlı ocağında bir iki tane çılgın, bir iki tane iktidarsız insan çıkmakla, onların hepsini birden çürütmeye kalkışmak hangi mantığın isidir? Böyle bir suçlama yapmakla, bir kitabın yanlış bir cümlesine bakıp bütün kitabı çürütmek arasında ne fark olur?
- Fatih: Fatih hakkında ben ne yazayım? O, kendi kendisi zaten tarihe yazmış. Bir tek Ali Canip değil, bütün insanlık Ali Cânip'lerden ibaret olup onu inkar etse bile, o, yine vardır ve büyüktür. Ali Canip Yöntemin, Karacaahmet mezarlığından tek başına geçemediği yaşlarda, O, ülkeler ve devletler yıkıp topraklarını Türk ülkesine katıyordu. Bir gün onun heykellerini dikeceğimiz muhakkaktır. Ona heykeller de azdır. İstanbul'a onun adını verip mesela "Fatih kent" desek yine azdır. Ona, Türk sanatının, Türk dehasının eşsiz bir eseri olacak büyük bir heykel mutlaka dikmeliyiz. Ne lazımsa; altın mı, gümüş mü, granit mi, her ne gerekiyorsa bulup, ulu bir heykel dikmeliyiz. Fatih, bütün ataları dedeleri, büyük amcaları gibi Belgrat savaşında yaralanmış bir gazi idi. Şair, bilgin ve yasacı idi. Acaba neden gafil ve biçare oluyor?
- Tanrıkut Mete, disiplinin bir ordu için yiğitlikten de üstün olduğunu anlamıştı. Tarihin en disiplinli ordusunu bu düşünceyle kurdu ve askerlerine öyle bir ruh aşıladı ki, ne buyruk verse körü körüne yapılıyordu. O kadar ki, Tanrıkut buyruk verdiği için servetleri olan atlarını ve sevgilileri olan nişanlıları ile evdeşlerini hedef yaparak vurmaktan çekinmediler. Bugünün yumuşamış insanları, şüphesiz, böyle bir şeyi yapamaz ve yaptıramazlar. Fakat az kuvvetle çok iş yapmak, büyük devlet kurmak ve millet yaratmak isteyenin felsefesi de pörsük bir ruha dayanamaz. Tanrıkut Mete, Türk milletinin ebedi disiplinini kurdu ve bütün dünyaya askeri disiplinin ne olduğunu, neler yapabileceğini gösterdi.
- Tarihimiz her şeyden önce bir kavgalar tarihidir. Eşsiz kahramanlıklarla, kumandanlık sanatının şaheser örnekleriyle dolu bir kavgalar tarihi ve tarihin seçkin ordusunun destanı...
- Sayın Kara Kuvvetleri Komutanı, lise öğrenimi sırasında, iyi bir Türk tarihi tedrisi görseydi; Atilla'nın, Kül Tegin'in, Çağrı Beğ'in zaferlerini; Cengiz Han'ın genç komutanı Cebe'nin Doğu Avrupa'daki harika yürüyüşünü ve bu komutanları essiz disiplinli ordularını bilseydi, Türk kara kuvvetleri 1363?te kurulmuştur demeyecekti. O halde, Türk kara kuvvetleri ne zaman kuruldu? Bugünkü tarihî bilgimize göre, ilk teşkilatlı Türk ordusu Milattan önce 209 da Tanrıkut Mete (=Motun) tarafından kurulmuş, verilen buyruğa kayıtsız şartsız itaat kabul edilmiştir. Ordu, 10, 100, 1000 kişilik birliklere ayrılmıştır. Fatih, İstanbul kuşatmasında nasıl yeni bir top icat etmişse, Mete de uzun menzilli bir yay icat etmiş, bu müthiş ordu sayesinde Kora'dan Hazar'a kadar olan bölgeyi tek devlet halinde birleştirerek Türk milletinin yaratıcısı olmuştur. Bundan sonra bütün ordularımızı, Tanrıkut Mete ordusunun devamıdır. Zaman zaman değişiklikler ve düzeltmeler yapılmış, fakat ruh ve temel aynı kalmıştır. Bu sebeple, 1963, Türk kara kuvvetlerinin, yani Türk ordusunun kurulusunun 600. değil, 2172 yılı olur. Bütün generallere ve subaylara duyurulur.