- General Moncada, kalın bağa çerçeveli gözlüklerini gömleğinin eteğine silmek için ayağa kalktı. - Olabilir, dedi. Üzüldüğüm, beni öldürmeniz değil, çünkü kurşuna dizilmek bizim gibi insanlar için bir bakıma eceliyle ölmek sayılır. Gözlüğünü yatağın üzerine koydu. Saatiyle kösteğini çıkardı. -Beni asıl üzen, diye sözünü sürdürdü, -askerlikten onca nefret ettikten, askerlerle onca çarpıştıktan ve onlar üzerine onca düşündükten sonra, sonunda senin de onlardan beter olman. Ve dünyada hiçbir ülkü bu denli alçalmaya değmez. Nişan yüzüğünü ve Kutsal Meryem madalyonunu çıkardı, onları da gözlüğüyle saatinin yanına koydu.
- -Demek sen de inanmıyorsun, dedi. -Neye inanmıyorum? -Albay Aureliano Buendia'nın tam otuz iki iç savaşta çarpıştığına ve hepsinde yenildiğine. Askerlerin üç bin işçiyi istasyonda kıstırıp makineli tüfekle biçtiğine ve cesetlerin iki yüz vagonluk bir katara yüklenip denize döküldüğüne. Papaz acıyan bakışlarıyla onu süzdü. -Ah oğlum, diye içini çekti. -Şu anda senin ve benim varolduğumuzu kesinlikle bilebilmek yetiyor bana.
- "Ah, Aureliano," diye içini çekti. "Senin yaşlandığını biliyordum, ama şimdi bakıyorum da göründüğünden çok daha yaşlanmışsın sen."
- Dünya, Amaranta'nın yalnızca teninde sürüyordu artık, iç benliği tüm kötülüklerden arınmıştı. Amaranta, bunu yıllarca önce kavrayamamış olduğuna üzülüyordu. O zaman anılarını arıtabilir, evreni yeni bir ışıkla baştan kurabilir, akşamüstleri Pietro Crespi'nin lavanta kokusunu ürpermeden hatırlayabilir ve nefret ettiği ya da sevdiği için, Rebeca'yı o sefaletten çekip kurtarabilirdi. Meme'nin eve sarhoş geldiği akşam söylediği sözlerdeki kendisine yönelik nefret onu üzmedi. O akşam Meme'ye bakarken, bir başka genç kızın hayalini görür gibi oldu. Bir zamanlar o genç kızın da Meme kadar saf görünüşlü olduğunu, oysa kin duygusuyla çoktan lekelenmiş bulunduğunu düşündü. Amaranta bunu anladığı zaman, yazgısını öyle kabullenmiş durumdaydı ki, artık değişme, düzelme olanaklarının hepten yitirildiğini bilmek bile onu sarsmıyordu. Kefenini bitirmekten öte bir amacı kalmamıştı.
- Kucağında bir kız çocuğuyla bir kadının odaya girdiğini gördüm rüyamda, çocuk soluk almadan, kıtır kıtır mısır yiyor, yarı çiğnenmiş mısır taneleri kadının kolsuz bluzuna düşüyordu. Kadın ?Hiç düşünmeden çiğneyip duruyor, öylesine, ne yediğine bakmadan,? dedi bana. [s.71]
- Bu kadar büyük bir üzüntünün ancak daha büyük utançları örtbas etmek için gösterilebileceğini düşündüğümü hatırlıyorum. (s.78)
- ?Bana bir önyargı verin dünyayı yerinden oynatayım.? [s.90]
- "Pencereleri, kapıları aç, biraz etle balık pişir, bulabildiğin en iri kaplumbağalardan al, varsın yabancılar gelip buldukları her köşeye serilsinler, gül fidanlarının dibine işesinler, canları kaç sefer çekiyorsa o kadar tıkınsınlar, çizmeleriyle her yanı lekeleyip çamurlasınlar, bize de ne yapmak isterlerse yapsınlar, ancak böylelikle mahvolmayı durdurabiliriz."
- Çorbayı tadar tatmaz, hafızamda uyuyan bir sürü insanın birden uyandığı hissine kapıldım. Çocukluğumdan beri bana ait olan ama kasabadan ayrıldıktan sonra kaybettiğim tatlar kaşık kaşık yeniden ortaya çıkarak yüreğimi sıkıştırdılar...
- "Hepimiz birden boğulacaksak," dedim canıma tak ettiği bir gün öğle yemeğinde, "bari bırakında size bir cankurtaran sandalı olsun göndermeyi deneyebilmem için kendimi kurtarayım..."