Raskolnikov konuşmadan, Sonya'nın yüzüne bakmadan odada bir aşağı bir yukarı dolaşıyordu. Sonunda ona yaklaştı, gözleri tutuşmuş gibiydi. İki eliyle omuzlarından tutarak, gözlerini kızın ıslak gözlerine dikti. Uzun uzun baktı. Bakışları ateşli, deliciydi. Dudakları şiddetle titriyordu... Birden, hızla eğildi, yere kapanarak kızın ayaklarını öpmeye başladı. Sonya bir deliden kaçar gibi, korkuyla ondan uzaklaştı, geri çekildi. Gerçekten de delirmiş gibi bakıyordu Raskolnikov.
? Ne yapıyorsunuz? ?diye mırıldandı. Sonya, yüzü bembeyazdı, yüreği sıkışıyordu.? Ne yapıyorsunuz böyle? Benim gibi birinin önünde!..
Raskolnikov hemen kalktı, pencereye doğru yürüdü, yabanıl bir sesle:
? Ben senin önünde değil, insanlığın çektiği acıların önünde eğildim, ?dedi.
Sonra kızın yanına dönerek,
? Dinle... ?dedi.? Az önce beni aşağılayan adamın birine, senin serçe parmağın bile olamayacağını, bugün senin yanına oturtmakla kız kardeşimi onurlandırdığımı... söyledim.
Sonya korku içinde:
? Ah, bunu nasıl söyleyebildiniz! ?diye bağırdı.? Hem de onun, kız kardeşinizin yanında? Benim yanımda oturmak mı onur! Oysa... ben... onursuz bir kızım. Büyük, çok büyük bir günahkârım ben! Ah, böyle bir şeyi nasıl söyleyebildiniz!
? Senin onursuzluğunu ve günahlarını düşünmüyordum bunu söylerken. Çektiğin büyük acılar söyletti bunu bana. Büyük bir günahkâr olman konusuna gelince, evet, büyük bir günahkârsın. ?Coşkuyla sürdürdü sözlerini.? Senin en büyük günahın kendini boş yere öldürmen, kendini harcamandır. Böyle korkunç bir şey olamaz! Hem nefret ettiğin böyle bir çirkefin içinde yaşıyorsun, hem de bu davranışınla hiç kimseye en ufak bir yardımının dokunmadığını, hiç kimseyi hiçbir şeyden kurtarmadığını biliyorsun (birazcık gözlerini açarsan görürsün bunu). Bundan daha korkunç bir şey olabilir mi? ?İyice coşmuştu, kendinden geçmiş gibi konuşuyordu.? Hem söylesene sen, nasıl oluyor da böyle bir yüzkarası, böyle bir bayağılık, bunların tam tersi kutsal duygular bir arada bulunabiliyor sende? Kendini kanala atıp bir çırpıda işini bitirmen bin kez daha doğru ve akıllıca bir davranış olurdu.
Sonya acıyla baktı ona. Ama kendini suya atma önerisine pek şaşmamış gibiydi. Duyulur duyulmaz bir sesle:
? Ya onlar ne olacak? ?diye sordu.
Raskolnikov şaşırarak baktı ona. Kızın bir anlık bakışından her şeyi anlamıştı. Demek ki, bunu gerekten düşünmüştü Sonya. Umutsuzluğa düştüğü anlarda, her şeye son vermeyi kim bilir kaç kez düşünmüştü!.. Bunda çok da ciddi olduğu belliydi. Çünkü şu anda Raskolnikov'un önerisine hiç şaşırmamıştı. Hatta sözlerindeki acımasızlığı bile fark etmemişti. (Serzenişlerinin anlamını, içinde bulunduğu ayıba nasıl bambaşka bir gözle baktığını da fark etmemişti Sonya, bunu açıkça görüyordu Raskolnikov.) Böyle onursuz, böyle yüzkarası bir yaşam sürmenin ona, hem de ne zamandır ne dayanılmaz acılar çektirdiğini şu anda çok iyi anlıyordu. Onu bunca zamandır hayatına son vermek kararından alıkoyan şeyin ne olabileceğini düşündü. Ve o zaman şu zavallı yetimciklerin ve kafasını duvarlara çarpan şu veremli, yarı deli kadının, Katerina İvanovna'nın, onun için nasıl bir anlam taşıdıklarını daha iyi anladı.
Ama yine de Raskolnikov'un apaçık gördüğü bir şey vardı: Sonya bu karakteriyle, bu eğitim ve kültür düzeyiyle sonuna kadar bu durumda kalamazdı. Her şeye karşın, onun bir türlü çözemediği bir sorun çıkıyordu ortaya. Sonya kendini suya atmak cesaretini gösteremediğine göre, bunca uzun bir süre çıldırmadan nasıl kalabilmişti? Kuşkusuz, Sonya'nın durumunun, ne yazık ki toplumda yalnızca ona özgü bir durum olmamakla birlikte, yine de rastlantısal nitelikte bir durum olduğunu anlıyordu. Ama böyle de olsa, bu rastlantı, bu iyi kötü eğitim görmüşlüğü, kendini yetiştirmişliği ve bundan önceki yaşamı, onu bu iğrenç yolun daha ilk adımında da yok edebilirdi. Öyleyse herhalde içinde bulunduğu çirkef, besbelli yalnızca tensel bir şeydi onun için; gerçek ahlaksızlığın bir damlası bile onun yüreğine değmemişti. Raskolnikov bu durumu apaçık görüyordu: Kız, işte gözünün önündeydi...
"Üç yol var önünde," diye düşündü: "Kendini kanala atmak, tımarhaneye düşmek ya da... ya da yüreğini taş gibi duyarsızlaştıran aşağılık zevk ve eğlence alemlerine dalmak". En çok da bu sonuncu yolu iğrenç buluyordu. Artık kuşkucu olmuştu Raskolnikov, sonra gençti, yaşamdan kopuk, soyut düşünüyordu; bundan olacak, acımasızdı ve işte bütün bu nedenlerden dolayı da Sonya'nın üçüncü yoldan başkasını seçemeyeceğini düşünüyordu.
"Bu gerçekleşebilir mi?" diye sordu kendi kendine. "Daha ruhunun tertemizliğini koruyan bu yaratık, bilinçli olarak kendini çirkef çukuruna atabilir mi? Yoksa çukur onu içine çekmeye başladı da içinde bulunduğu yüzkarası ona eskisi kadar iğrenç görünmediği için mi hâlâ dayanabiliyor? Hayır, hayır, olamaz bu!" diye bağırdı içinden, ama önce Sonya'nın bağırdığı gibi... "Hayır, onu kendini kanala atmaktan alıkoyan şey, günah korkusu ve onlar... Eğer bugüne kadar aklını kaçırmadıysa... Kim söyledi onun aklını kaçırmadığını? Aklı tümüyle yerinde mi? Aklı başında olan insan onun gibi mi konuşur? Aklı başında bir insan onun gibi mi düşünür? Tam onu çeken çirkef çukurunun başında oturup, elini kolunu sallayarak yardım istemek, kendisine tehlikeden söz edilince de kulaklarını tıkamak, aklı başında bir insanın yapacağı iş mi? Yoksa bir mucize mi bekliyor? Herhalde öyle... İyi ama, bütün bunlar delilik belirtisi değilse ne?"