- Varıp dayandığımız sonuç: En iyisi hiçbir şey yapmamaktır. Bir köşeye çekilip, seyirci kalmaktan iyisi var mı? Onun için yaşasın yeraltı
- Ben mi kimim? Ben hiçbir ümidi kalmayan bir adamım. İşte o kadar. Belki biraz duygulu ve iyi kalpli, belki de biraz bilgili bir adam, ama artık bu dönem geçti. Oysa siz benim gibi değilsiniz. Hayat sizi bekliyor. Yine de belli olmaz. Belki sizin de hayatınız sigara dumanları arasında geçecek ve bir işe yaramayacak. Boşverin, o kokmuşların sizi aralarına almayacaklarına, sizi ayıklayacaklarına niye üzülüyorsunuz? Sıkıntı çekseniz ne olacak? Uzun zaman kimsenin yüzünü görmeseniz ne olacak? Güneş olursanız sizi görmeyen kalmaz. Güneş, her şeyden önce güneş olmalıdır.
- Birdenbire, adeta yüreğinden bir şey kalkmış gibi oldu. Belki de bu kalkan şey, yalnız ölüm korkusunun ağırlığı değildi. Bu, kendisinin de kavrayamadığı, daha başka, acıklı, daha karanlık bir duygudan kurtuluştu.
- Edebiyat ve sanat! Eğer bir adam asil bir ruha sahipse, bir de kültürlü ve yetenekliyse kim onu ezebilir? Örneğin şapkayı ele alalım; Şapka, şapka ne demektir? Onu ben Zimermann'dan satın alabilirim. Ama şapkanın altında bulunan, şapkanın örttüğü şeyi satın alamam. Önemli olansa odur.
- Şimdiki halde amaçsız ve hedefsiz bir huzursuzluk, gelecekte ise,sadece karşılığında hiçbir şey elde edilmeyen, bitmez tükenmez bir fedakarlık!... Onun bu dünyada nasibi işte bu idi.
- Niye intihar etmemişti sanki? Ne diye uzun uzun nehri seyrettikten sonra itiraf etmeye karar vermişti? Yaşamak arzusu yenilemeyecek kadar güçlü müydü ki? Svidrigaylov bile, ölümden bu kadar korkmasına rağmen onu yenmemiş miydi?
Raskolnikov, büyük bir acı ile bu soruyu kendisine soruyor, kendisinde ve inanışlarında derin bir yanılma bulunduğunu, belki de daha o zaman, sulara eğilip baktığı sıralarda sezmiş olduğunu bir türlü anlamıyordu. Bu ölüm korkusunun, belki de gelecekteki başarısının müjdecisi, yeni bir hayat görüşünün habercisi ve geleceğinin garantisi olduğunu aklından bile geçirmiyordu. Aslında ilk kez orada yeni bir hayat kurma yolunda bir karar vermişti. Ama o bunu zayıflık ve korkaklığa yorumluyordu. Hapishane arkadaşlarına bakıyor ve onların hayata karşı duydukları sevgi ve bağlılığa hayret ediyordu. Ona öyle geliyordu ki, arkadaşları hapishanedeyken hayatı, özgür oldukları zamankinden daha çok seviyorlardı. Bazıları ne korkunç acılar çekmişler, nelere katlanmışlardı. Bir güneş ışığına bu kadar değer verebilirler, onun hiç görmediği bir bölgedeki bir koruluğu bu kadar delice özleyebilirler, kaba bir köylü kızı olan sevgililerinin hayaliyle bu derece avunabilirler ve bütün bunlardan dolayı bunca acılara katlanabilirler miydi? Bunlar Raskolnikov'u şaşırtıyordu. Demek insanoğlunu yaşatan ümitleriydi... - İnanır mısınız, şu ana kadar hiçbir şeyden korkmuyordum. Şimdi içime bir ürkeklik düştü; sonumuz neye varacak acaba? insanın vazifesine dört elle sarıldığı halde beceriksizliği, iradesizliği yüzünden başaramaması mümkün mü?
- Bazı müşfik, ince duygulu kimseler en sevdikleri varlığa bile yalnız başkasının yanında değil, onlarla baş başa kalınca da yaklaşıp şefkat göstermek hususunda son derece inatçı, adeta utangaç olurlar. Sevgi taşkınlıkları pek seyrektir. Baskıdan kurtulmuş duyguları da o ölçüde sıcak, heyecanlı olur.
- Son derece iyi; fakat zayıf sinirli insanlar hep böyledir. İyiliklerine rağmen kederlenmek, hiddetlenmek, onları adeta sarhoş eder. Bundan zevk alırlar ve mutlaka başkalarına, suçsuz, çoğunda da en yakınlarından birine çatarlar. Mesela kadınlar, ortada incir çekirdeğini dolduracak bir sebep yokken kendilerini bedbaht hissetmeye ihtiyaç duyarlar.
- Birdenbire bütün bunları burada bırakıp gerisin geri geldiği yere, daha uzakkara, ıssız bir yere, kimseyle vedalaşmadan, hemen şimdi gitmek isteğine kapıldı. Burada daha birkaç gün kalacak olursa, muhakkak bir daha geri dönmemek üzere bu çevreye karışıp gideceğini, bu çevreden yakasını kurtaramayacağını seziyordu.