- Değirmenci işini bitirdikten sonra şapkasıyla kırbacını alıyor, karısının yanına geliyor. Evde olmadığı sırada içeriye birisini alacak olursa, hakkında hayırlı olmayacağını işaretle anlatıyor, kırbacını gösteriyor. Karısı başını sallayarak dinliyor. Zaten bu kırbaç ona hiç de yabancı değildir.
- Kadın, dostunu acele masanın altına sokuyor; kendisi de yine çıkrığın başına koşuyor. Bu sefer kadının ikinci sevgilisi gelmiştir. Bu da, asker elbisesi giymiş bir yazıcıdır.
- Bu gece, uyuyuşlarında bile bir başkalık, adeta sessizlik, iç huzuru var. Hâlbuki ortada ne var sanki? Bununla birlikte bugün olanlar hayal ürünü değildir. Ortada tam bir gerçek vardır. Bu zavallı insanlara biraz keyiflerine göre yaşama imkanı verildi, kısa bir süre insan gibi eğlenebildiler, bir saat için olsa bile, cezaevi hayatı dışına çıkmalarına izin verildi.
- Gecenin oldukça ilerlediği bir saatte birdenbire, titreyerek uyanıverdim. Ocağın peykesinde ihtiyar hâlâ dua ediyor; bu şafak sökünceye kadar devam edecektir. Ali yanımda sessizce uyuyor. ...... elimde olmayarak sakin, çocuk yüzünü seyre dalıyorum.
- Korku içinde başımı kaldırıyor, altılık beylik mumun titrek ışığı altında uyuyan arkadaşlara bakıyorum. Zavallı yüzlerine , darmadağınık yataklarına, bütün bu sonsuz derbederlik ve yoksulluğa bakıyor, bakıyorum.
- -Beni her şey için döverlerdi, Aleksandr Petroviç, dedi. Olur olmaz şeyler için... Tam on beş yıl, kendimi bildiğim günden beri, her gün ve günde birkaç defa dayak yedim. Ancak canı çekmeyen dövmezdi beni... Ben de dayak yiye yiye, dayak arsızı oldum.
- -Zorlu bir dayak çekeceklerini biliyordum. Hattâ, belki de bunu kaldıramayacaktım... Her ne kadar kırbaca alışıksam da, şaka değil, dört bin değnek bu!
- ...düşündüğüm gibi aldatmadım mı? Kendimi ölmüş gibi göstermesini bilirim. Yani, tam ölmüş gibi değil de, ha öldü, ha ölecek halini almayı...
- -Size bir şey söyleyeyim mi Aleksandr Petroviç? Şimdi bile geceleri, rüya görürsem , mutlaka dayak yediğimi görüyorum. Hiç başka rüya gördüğüm yok.
- "Size gerçek, gerçeğin ta kendisi olarak diyorum ki: Toprağa düşen bir buğday tanesi yok olmazsa, yalnızca bir buğday tanesi olarak kalır; ama yok olursa, o zaman bereketli ürün doğurur."