- Hiç bişey değişmese bile, senin var olduğunu ve senin var olduğun yerde, bütün öteki şeylerin yok olduğunu anlatmaya çalıştım.
- Korkudan birbirimizi yanlış anlıyoruz...
- Sana daha önce bahsettiğim o boşlukta yüzüyorum.
- İyi olmam için gerekli tek şeyi yaptın ve yapıyorsun. Milena beni sevmeye devam ediyorsun. Bense seni ilk gün gibi beklemeye devam ediyorum.
- Bugün Milena, Milena, Milena---başka bir şey yazamayacağım. Hayır yazacağım. Bugün Milena, sadece telaş, yorgunluk ve yokluğun var.
- Bak, Milena, Robinson bir gemiye tayfa yazılıp o tehlikeli yolculuğa çıkmış, gemi batmış ve daha bir sürü şey geçmişti başından. Oysa yalnızca seni kaybetmem yeter, Robinson'un durumuna düşerdim ben de. Hatta onunkinden de kötü olurdu durumum. Onun bir adası, çalışmayıp dinlendiği bir cuması ve daha pek çok şeyi vardı.Ama seni yitirdim mi hiçbir şey kalmaz benim elimde, adım bile kalmaz, onu da sana verdim çünkü.
- Yarım kalmış bir düş gibi. Önümden geçip gidiyorsunuz. Masalar, sandalyeler, geçtiğimiz yer, hatta elbiseniz bile gözümün önünde. Yüzünüzün, ayrıntılarını çıkaramıyorum. Kötü bir yarım düş olsa gerek bu. çok ilginç, hem de çok..
- ...Milena sen şimdi yüreğime aklıma bütün varlığımı büyüleyen o sesinle çağırıyorsun beni yanına. Ama aslında beni tanımıyorsun bile. Birkaç mektup başkalarının birkaç güzel sözü aldatıyor olabilir hala seni. Belki de bütün bu söylenenlere aldanmayıp foyamı ortaya çıkarmak için çağırıyorsun beni. Başını döndüren şeyler beni görünce kaybolacak biliyorum. Bundan korkuyorum...
- Durmadan, gece gündüz, yollayacağınız mektuptan korkup titreyerek bu soruyu boşuna kendime yöneltiyorum, sanki bir hafta boyunca geceleri de ara vermeyerek bir çiviyi bir taşa çakmakla görevlendirilmişim. Hem çiviyi çakan işçiyim, hem de çivinin kendisi, Milena!
- Sürekli seni sevip sevmediğimi soruyorsun Milena, ama bu çok zor bir soru, mektupta cevaplanamayacak (geçen pazar günkü mektupta da) kadar zor. Bir daha yüz yüze görüştüğümüzde sana bunun cevabını söylerim (eğer sesim gitmezse).