- Tanrım, ne olur biraz üzüntü, biraz acı ve mutsuzluktan korkmayalım. Bir kerecik olsun deneyin; yıldızlı bir gecede, yıldızlarla dolu gökyüzüyle yüz yüze gelin, ona 5 dakika boyunca dikkat, içtenlik ve gayretle bakın. Ya da bir yerlerde, bir parçacık yeryüzünü gökyüzüne yakın bir yükseklikten göreceğiniz bir dağın tepesine çıkın. Hayatın önemine ve mutluluğun önemsizliğine inandığınızı kısa bir süre sonra fark edeceksiniz. Mutlulukmuş! Sanki mutluluk imkanı yalnız ve sadece bizim içimizde değilmiş gibi! Sanki mutlu olma yeteneği tıpkı şarkı söyleme, yazma, politika ya da ayakkabı yapma yeteneğine benzer özel bir kabiliyet değilmiş gibi! Bir insana istediği her şeyi verin, onu sevgiye, kazanca, dilediği her şeye boğun; yine de mutlu olmayacaktır. Öte yandan, başka bir insanı dayaktan gebertin, ondan sonra sokakta önüne bakarak yürürken bir öbek havuç, ucunda yeşil otlarıyla ıslak ıslak parlayan turuncu, taze havuçlar görsün, hemen mutlu olacaktır.
- Meleklerin sesi sandığımız; cehennemin dibindekilerin türküsüdür...
- Ölmemişlerse yaşıyorlardır daha!..
- Elbette, akrabalarının endişelerini paylaşmıyorum; o güçlü ve dayanıklıdır. Bu kadar öfkeli olabilme becerisini gösterebilen biri mutlaka bu öfkenin sonuçlarıyla da baş edebilme becerisini gösterebilir; hatta ?kısmen de olsa- sırf, bütün dünyanın benden şüphe etmesini sağlamak için kendisini acı çekerken gösteriyor olmasından bile kuşkulanıyorum.
- Onun düşündüğü kadar işe yaramaz biri değilim ben. Amacım kendimle övünmek falan değil, hele ki bu konuyla ilgili hiç değil; buna rağmen özellikle işe yaramaz biri olduğum düşünülüyorsa, bunun zıddı olarak görünmeye de asla çabalamazdım.
- Kararlılığındaki güç ve çıkarsamalarındaki azimden dolayı küçük kadına hayran olabilirdim, eğer bu erdemler sürekli beni cezalandırmasaydı.
- Kimsenin, bütün zamanını açlık sanatçısının başında sürekli nöbet tutarak geçirecek zamanı yoktu ve dolayısıyla, aç kalma eyleminin aralıksız doğru olarak gözlenip gözlenmediğini hiç kimse bilemezdi. Bunu sadece açlık sanatçısı bilebilirdi. Böylece, aç kalma eylemiyle tamamen tatmin olabilecek tek seyirci kendisiydi.
- Islık çalmak, üzerinde fazla düşünülmemiş alışkanlıklarımızdan biri olduğuna göre, halkın Josephine?i dinlerken de ıslık çaldığına inanılabilir; ne de olsa onun sanatı bize mutluluk veriyor ve biz ne zaman mutlu olsak ıslık çalarız; fakat onu dinlerken asla ıslık çalmayız, fareler kadar sessizleşir, kendi ıslığımız yüzünden uzak ve hasret kaldığımız huzurla kutsanmış gibi sessiz oluruz.
- Kendince sağır kulaklara şarkı söylediğini düşünüyor, o büyük ilgi ve alkışta en ufak bir azalma belirtisi bile olmamasına rağmen bu beğeninin gerçek anlamda bir kavramayla ortaya konmadığını bilerek yaşamayı çok uzun zaman önce öğrenmiş.
- Fakat bizim halkımızın sadece çocuksu bir yanı yoktur; aynı zamanda erken olgunlaşmış bireyleriz biz. Bizde çocukluk ve yaşlılık dönemleri diğerlerinde olduğundan daha farklı ortaya çıkar. Gençlik diye bir şey yoktur, tam o dönemde yetişkin oluyor ve uzun zaman öyle kalıyoruz. Bu yüzden, bir bütün halinde dirençli ve iyimser olan halkımızın özüne belli bir bitkinlik ve umutsuzluk çöker. Müziğe olan ilgimiz muhtemelen buna bağlı; müzik için çok yaşlıyız, onun uyarıcı ve heyecan veren gücü ciddiyetimize uymuyor, yorgun bir halde onu kovuyoruz, ıslığa sığınıyoruz; ara sıra hafif bir ıslık, bizim için uygun olan bu.