- Eskiden, eve öfkeli döndüğüm ve hayatımın kafamdaki beş yıllık plana uygun gitmediğini fark ettiğim günlerde, evimi temizlemek ya da arabamla uğraşmak bana yeterdi. Günün birinde yüzümde bir tek yara izi olmadan ölecektim ve arkamda harika bir apartman dairesiyle harika bir araba bırakacaktım. Öyle böyle değil, gerçekten harika; ta ki toza gömülecekleri ya da yeni mal sahibine geçecekleri güne kadar. Hiçbir şey durağan değil. Mona Lisa bile bozuluyor. Dövüş kulübünden beri, ağzımdaki dişlerin yarısını ileri geri oynatabiliyorum. Belki de kendini geliştirmek aranan cevap değildir. Tyler babasını hiç tanımamış. Belki de cevap kendine zarar vermektir.
- Gittiğiniz spor salonları erkek gibi görünmeye çalışan adamlarla doludur; sanki erkek olmak, bir heykeltıraşın ya da bir sanat yönetmeninin söylediği gibi görünmekmiş gibi. Tyler'ın dediği gibi: Mesele şişkin görünmekse, sufle de şişkin görünür.
- İlk dövüştüğümüz gece bir pazar gecesiydi ve Tyler o hafta sonu tıraş olmadığı için parmak eklemlerim Tyler'ın iki günlük sakalı yüzünden sızım sızım sızlıyordu. Otoparkta sırtüstü uzanmış yatarken, sokak lambalarının arasından görünen tek yıldıza gözümüzü dikmiş bakarken kime karşı dövüştüğünü sordum Tyler'a. Babama, dedi Tyler.
- "...Ne yapacağını bilmiyor ve yanlış şeye bağlanmaktan korktuğu için hiçbir şeye bağlanmıyor."
- Tyler diyor ki, ben henüz dibe vurmaya yaklaşmamışım bile. Ve eğer sonuna kadar düşmezsem, kurtarılmam olanaksızmış. İsa çarmıha gerilerek yapmış bunu. Sadece para, mülkiyet ve bilgiden vazgeçmen yeterli değil, diyor Tyler. Bu bir hafta sonu tatili değil. Kendini geliştirmeye sırt çevirmeli ve felakete doğru koşmalısın. Bu işi böyle yarım yamalak yapamazsın artık. Seminerde miyiz? "Daha dibe vurmadan çözülürsen'' diyor Tyler, "asla sonuna kadar götüremezsin." Ancak felaketten sonra yeniden doğabilirmişiz. "Ancak her şeyini kaybettikten sonra" diyor Tyler, "canının istediğini yapmakta özgür olursun." Benim hissettiğim şey, erken aydınlanma duygularıymış.
- "Yirmi dört yaşındayken" diyor Marla, "ne kadar hızlı düşebileceğin konusunda hiçbir fikrin yoktur; ama ben hızlı öğreniyordum."
- Bilmeniz gereken şu ki, Marla hala hayatta. Marla'nın hayat felsefesi, bana söylediğine göre, ölmeye her an hazır oluşu. Marla'nın hayatındaki trajedi ise ölmüyor oluşu.
- Dedektif dedi ki, ev yapımı dinamiti yerleştiren kişi her kimse, patlamadan günler önce gazı açmış ve fırının pilot alevlerini söndürmüş olabilirdi. Gaz sadece tetikleyiciydi. Bu durumda gazın bütün eve yayılması günler alırdı. Sonunda gaz buzdolabının tabanındaki kompresöre ulaşmış ve kompresörün elektrik motoru patlamaya yol açmış olabilirdi. "Söyle ona" diye fısıldadı Tyler. "Evet, ben yaptım. Her şeyi ben havaya uçurdum. Senden duymak istediği bu." Dedektife diyorum ki, hayır, ben gazı açık bırakıp şehirden ayrılmadım. Ben hayatımdan memnundum. O evdeki her mobilya parçasını seviyordum. Onlar benim bütün hayatımdı. Lambalar, sandalyeler, halılar, hepsi bendim. Mutfak dolaplarındaki tabaklar bendim. Saksılardaki bitkiler bendim. Televizyon bendim. O patlamayla havaya uçan bendim. Bunu anlayamıyor musun? Dedektif bana şehir dışına çıkmamamı söyledi.
- Tyler'ın hep söylediği gibi hissediyordum kendimi; tarihin süprüntü ve kölelerinden biri olarak. Hayatta hiçbir zaman sahip olamayacağım bütün güzellikleri yıkıp yok etmek istiyordum. Amazon yağmur ormanlarını yakmak istiyordum. Uzaya klorofluorokarbon gazları pompalayıp ozon tabakasında koca koca delikler açmak istiyordum. Dev tankerlerin boşaltma vanalarını açmak, açık denizlerdeki petrol kuyularının kapaklarını kaldırmak istiyordum. Yemeye paramın yetmediği bütün balıkları öldürmek, asla göremeyeceğim Fransız kumsallarını kirletmek istiyordum. Bütün dünyanın dibe vurmasını istiyordum. (...) Binlerce yıldır insanoğlu bu gezegendeki her şeyin içine etmiş, her şeyi boka çevirmişti ve şimdi tarih benden herkesin pisliğini temizlememi bekliyordu. Boş konserve kutularını suyla çalkalamalı ve yassıltmalıydım. Kullandığım her benzin damlasının hesabını vermeliydim. Ayrıca, nükleer atıkların, gömülmüş mazot tanklarının ve ben doğmadan bir kuşak önce atılmış çöplerin oluşturduğu zehirli yığınların faturasını üstlenmek zorundaydım.
- "Bir düşün" dedi Tyler. "unutulmuş bir golf sahasının on beşinci bölgesine turp ve patates ekiyorsun." (...) "Bir düşün" dedi Tyler, "mağaza vitrinlerinin yanından geçerek geyiklerin izini sürüyorsun. Askılar dolusu şık elbise ve smokin oldukları yerde küflenip kokuşuyor. Ömrünün geri kalanı boyunca deri giysiler giyiyor ve Sears Kulesi'ni sarmalayan bilek kalınlığındaki sarmaşıklara tutunarak yukarı tırmanıyorsun. Fasulye filizine tırmanan masal çocuğu gibi o azgın nemli bitki örtüsü içinden kendine yol açarak tepeye çıkıyorsun. Ve hava o kadar temiz ki, aşağı baktığında, ağustos sıcağında yüzlerce kilometre uzanıp giden terk edilmiş sekiz şeritlik dev bir otoyolun boş emniyet şeridine geyik eti seren ve mısır öğüten minicik insanlar görüyorsun."