-İnsan, VAZGEÇEBİLDİĞİ eşya oranında zengindir (H.Thoreau'dan).
-Egemen düşünce, egemen sınıfın düşünceleridir ve İDEOLOJİKTİR; yani, tarafsız olduğu izlenimi uyandırırken aslında derinden derine TARAF tutmakla meşgul olan önermedir. İdeoloji, toplumun içine RENKSİZ-KOKUSUZ BİR GAZ GİBİ YAYILIR; eğer politik hissiyatımız gelişmemişse onları fark etmek zordur. İdeoloji, gazetelerin, reklamların, televizyon programlarının ve yazılmış metinlerin içine sinmiştir ve adaletsiz ve mantıksız şekilde taraf tutar.
-Politik bir bakış açısıyla, ideolojiyi fark ederek meselelere yaklaşıldığında, YANLIŞ OLANIN BİZİM KARAKTERLERİMİZ DEĞİL, EGEMEN DÜŞÜNCENİN KENDİSİ olduğunu görmeye başlarız. Bu da kendi kendimizi acımasızca yargılayıp kurban etmemizi, pasifleşmemizi ve kafamızın karışmasını engeller.
-İdeolojinin anlaşılması çabasının sonunda varılmak istenen nokta, saygının ve şerefin, upuzun sırıklarla yürüyen ve yaşama tepeden bakan insanlara layık görülmediği bir dünya yaratmaktır.
-Tıpkı harabeler gibi, muazzam büyüklükteki doğal güzellikler de endişelerimizi biraz olsun dindiren bir etki yaratırlar. Çünkü harabeler ZAMANIN SONSUZLUĞUNU, yüce doğal güzellikler de MEKANIN SONSUZLUĞUNU temsil ederler. Onların yanında durduğumuzda, zayıf ve kısacık ömürlü bedenlerimiz, güvelerin ya da örümceklerin bedenleri gibi önemsiz görünür gözümüze.
-Önemsizlik hissini yenebilmek için, kendimizi daha önemli bir konuma getirmeye uğraşmak yerine, HERKESİN EŞİT DERECEDE ÖNEMSİZ OLDUĞUNU KAVRAMAK gerekir.
Diğer alıntılar için: http://www.kitabinomurgasi.com/2014/04/alain-de-botton-statu-endisesi.html
Diğer Alain de Botton Sözleri ve Alıntıları
- Bitirip de postalamamaya karar verdiğimiz mektuplar, postaladıklarımızdan çok daha ilginç olabilir.
- Her şey güzel giderken bazı şeyleri görmezden gelmemiz normal belki de. Eğer bir araba gayet iyi çalışıyorsa, onun o karmaşık işleyişini öğrenmemize ne gerek var? Sevilen kişi sadakat gösteriyorsa, neden insan ihanetinin dinamikleri üzerinde duralım? Toplumda hep saygı görüyorsak, toplumsal yaşantının insanı nasıl aşağılayabileceğini incelememize ne sebep olabilir? Ancak kederin içine battığımız zaman, Proust'un yaptığı gibi, kabul edilmesi zor hakikatlerle yüz yüze gelir, başımızı yorganın altına gömüp, sonbahar rüzgarında dökülen yapraklar gibi ağlarız.
- Balzac aksi, Stendhal konuşma özürlü, Baudelaire takıntılı olabilir; ama bu gerçekler, yaratıcılarının kişisel kusurlarından hiç iz taşımayan yapıtlara yaklaşımımızı niçin etkilesin?
- Roman kahramanlarının yaşadıkları deneyimler, bize insan davranışlarına ilişkin çok geniş bir yelpaze sunuyor; yakın çevremizde dile getiremediğimiz duygu ya da düşüncelerimizin özde ne kadar normal olduğunu kanıtlıyor.
- Yaşadığımız zorluklardan utanç duymamalıyız ama eğer bu zorlukları işleyip bunlardan güzel bir şey ortaya çıkaramadıysak belki o zaman utanabiliriz.
- Aslında her acı, bir şeylerin ters gittiğini gösteren bir işarettir. Sonuç, acıyı çeken kişinin zekasına ve zihinsel gücüne bağlı olarak iyi ya da kötü olabilir. Acıdan duyulan sıkıntı kişiyi paniğe de sürükleyebilir; onun, sorunun ne olduğu konusunda doğru bir analiz yapmasını da sağlayabilir. Haksızlığa uğrayan kişi gidip bir cinayet de işleyebilir, dünyayı sarsacak bir ekonomi kuramı da ortaya atabilir. Kıskançlık duyan insan tatsız biri haline de gelebilir, rakibiyle karşılaşmaya karar verip ortaya bir başyapıt da çıkartabilir.
- En büyük sanat yapıtları bizim kim olduğumuzu bilmeksizin doğrudan bize seslenen yapıtlardır.
- Eğer kimse bizim var olduğumuzu görmüyorsa var olamayız; söylediklerimizi kimse anlamıyorsa söylediğimiz şeylerin bir anlamı yok demektir. Arkadaşlarla birlikte olmak kimliğimizin birileri tarafından onaylanması anlamına gelir; onların bilgi ve ilgileri bizi içinde bulunduğumuz ataletten kurtarır. Dostlar şakayla karışık yaptıkları yorumlarla bizim kusurlarımızı bildiklerini ama bizi olduğumuz gibi kabul etiklerini açığa vururlar; dolayısıyla da dünyada bir yerimiz olduğunu bize hatırlatmış olurlar. Onlara "Bundan korkmuyor musun?" ya da "Hiç böyle şeyler hissetmiş miydin?" gibi sorular sorduğumuzda bizi anlarlar; oysa sorularımızı duyunca şaşkın bir yüz ifadesiyle "Hayır, doğrusu hissetmedim." yanıtını veren birinin yanındayken, fiziksel olarak tek başımıza değilsek de, kendimizi kutupları keşfe çıkmış bir bilim adamı kadar yalnız hissedebiliriz.
- Toplumsal yaşam, başkalarının bizimle ilgili algıları ile bizim kendi gerçekliğimiz arasındaki uyuşmazlıklarla örülü. Temkinli olmaya çalıştığımız zaman aptallıkla suçlanıyoruz. Utangaçlığımız kendini beğenmişlik, başkalarını memnun etme isteğimiz dalkavukluk olarak algılanıyor. Bu yanlış anlamalara son vermek istiyoruz ama birden boğazımız kuruyor, ağzımızdan çıkan sözlerden hiçbiri asıl söylemek istediklerimiz olmuyor.
- Başkaları hatalı olabilir, önemli konumlara gelmiş kişiler bile olsalar; büyük çoğunluk tarafından yüzyıllardır kabul görmüş inançları dile getiriyor bile olsalar. Bunun nedeni de çok basit: Çünkü bu insanlar inandıkları şeylerin mantıklı olup olmadığını hiç gözden geçirmemişlerdir.