- Daha önce de değindiğimiz gibi, Atatürk?ün devrimlerinin benzerlerini daha önce yapanlar da var; mesela Rusya?da Büyük Pedro var. Pedro şunu söylüyor: ?Avrupalılar bize barbar diyor, yabani diyor. Biz medeni olacağız, ilk adım olarak da onlar gibi giyineceğiz. Sonra bu sakalları keseceğiz. Bir Rus Boyarına, asilzadesine sakalını kes demek, kafanı kes demek gibi bir şey. Pedro, öyle ya da böyle sakalları kestiriyor. Kestirmekle de kalmıyor, ?Sen? diyor, ?O babandan gördüğün deri kıyafetleri, kürk kaftanları giymeyeceksin. Avrupalı ne giyiyorsa sen de onu giyeceksin. Kafandaki börkü de çıkart, bu üç kenarlı şapkaları tak, bundan sonra bunları giyeceksin? diyor. Bunu dayatıyor Pedro. Hukuk konusuna tekrar döneceğiz ama onun evvelinde kıyafet konusuna bir miktar daha devam edelim. Osmanlı?da halk birbirine baktığı zaman kaleidoskop görmüş gibi oluyordu. Herkesin kıyafeti başka. Rum?un kıyafeti başka, Ermeni?nin kıyafeti başka, Türk?ünki başka vs. Sultan Mahmut sarığı kaldırmış, fes giymeyi zorunlu kılmış ama sarık bir süre sonra halk arasında tekrar hayat bulmuş. Çünkü sarık takıldığı zaman dindar oluyorum zannediliyor. Farkında değil ki sarık çölün şapkasıdır, çölde de çok faydalıdır. Neden? Çünkü adam sarığını açar, kum fırtınasında yüzünü korur. Sarık çok katlı bir bez olduğu için de başını sıcaktan korur. Bir sürü fonksiyonu var. Soğuktan da korur. Sabahleyin elli derecenin üstüne çıkıyor sıcaklık, akşam on dereceye düşüyor çölde. Büyük Sahra?da, Kufra vahasının güneydoğusunda, Çad/Mısır/Libya sınırlarının bitiştiği yerlerin yakınlarında jeolog olarak çalışırken sarık çölde neden gereklidir ve neden Türkiye?de gereksizdir diye ilk defa anlamıştım. Burada sarıkla dolaşmak, ama orada da sarıksız dolaşmak enayiliktir. Sultan Mahmut bunu fark etmiş ve şöyle talimat vermiş: ?Madem medenileşiyoruz, Avrupa?ya benzeyeceğiz, şalvar giymek, çarık giymek, sarık takmak, kaftan giymek artık yasak. Pantolon giyeceksin, ceket giyeceksin (İstanbulin denen yakasız türü), adam gibi ayakkabı giyeceksin, kafana da fes takacaksın.? Aslında bir Balkan serpuşu olan fesin önemi, siperliğinin olmamasından kaynaklanıyor. Başı açmadan secde edilebilir. Dolayısıyla Müslüman?a uyan bir şapka diye düşünülmüş. Fakat burada da şöyle bir sıkıntı var; Türkiye?de fes imal edilemiyor. Çok ilginçtir ki, bir kumaşı boyayıp, doğru dürüst bir fes yapılamıyor. Fesler Viyana?dan geliyormuş. İstanbul?da fes yapmaya çalışan birkaç küçük imalathane varmış, ama yağmur yağdığı zaman feslerin boyaları akar, takanların yüzü kırmızı boya içinde kalırmış. Bundan da kimin kaliteli (yani ithal) kimin de kalitesiz (yani yerli) fes taktığı hemen belli olurmuş. Sultan Mahmut bir de şunu yapmış; halka örnek olabilmek için fesli ve ceketli resmini devlet dairelerine astırmış. Halk o dönem halifesine, padişahına ?Gâvur? lakabını takmış. Atatürk aynı işi daha da ileriye götürüyor, şapka giyilmesini zorunlu kılıyor, fesi kaldırıyor. Büyük Pedro da aynı işi yaptırmış, börkü kaldırıp şapkayı koymuş. Atatürk, Avrupa medeniyetinin şekli öğelerini almakla itham edilir sıkça. Evet bunlar Batı medeniyetinin şekli öğeleri ama bunun bir manevi, psikolojik etkisi olduğu nasıl ihmal edilebilir? Aynada kendine baktığın vakit kendini bir Avrupalı gibi görüyorsun. Atatürk zamanının Türkiye?sine bakalım. Hanımlar şapkalı, beylerde enfes güzel kıyafetler, saçlar briyantinli. Burası bir Avrupa ülkesi diyorsun. Sonra, etnik unsurlar arasındaki görünüm farkı ortadan kaldırılıyor. Yunanlı, Yunanlı gibi giyinmiyor, Ermeni, Ermeni gibi giyinmiyor, Kürt, Kürt gibi giyinmiyor vs. Herkes bütün medeni dünya nasıl giyiniyorsa öyle giyiniyor. Yani kıyafet hususunda bir yeknesaklığa gidiliyor. Bu kültürel farkların silinmesi, asimile edilmesi demek değil. Kültürel farklar var ve herkes kendi kültürünü yaşamakta ve yaşatmakta serbest, ama kamusal alanda, gündelik hayatta birlik esastır. Bu (farklılıkları) kaldırıyor, dolayısıyla Kıyafet Devrimi geliyor. Kadına hayvan muamelesi yapılmasını mümkün kılan en önemli vasıtalardan birisi, kadının giyim kuşamıydı. Osmanlı,son dönem İstanbullular hariç, kadının yüzünü açtırmıyor, saklıyor. İyi de kadın senin hayvanın mı? Atatürk?ün Kastamonu konuşmasından bir bölümü hatırlatmakta fayda görüyorum: ?Efendiler, Türkiye Cumhuriyeti?ni kuran Türk halkı medenidir. Tarihte medenidir, gerçekte medenidir. Fakat ben sizin öz kardeşiniz, arkadaşınız, babanız gibi size diyorum ki, Türkiye Cumhuriyeti halkı fikriyle, zihniyetiyle medeni olduğunu ispat etmek ve göstermek zorundadır; medeniyim diyen Türkiye Cumhuriyeti halkı aile hayatıyla, yaşayış tarzıyla, medeni olduğunu göstermek zorundadır. Kısacası medeniyim diyen Türkiye?nin gerçekten medeni olan halkı baştan aşağı dış vaziyetiyle de medeni ve olgun insanlar olduklarını fiilen göstermek zorundadırlar. Bu son sözlerimi açıkça ifade etmeliyim ki, bütün memleket ve dünya ne demek istediğimi kolayca anlasın. Bu açıklamalarımı, bir sualle yöneltmek istiyorum, soruyorum: ?Bizim kıyafetimiz milli midir? ?Bizim kıyafetimiz medeni ve milletlerarası mıdır? ?Size katılıyorum. Tabirimi mazur görünüz, altı kaval üstü şişhane diye ifade olunabilecek bir kıyafet ne millidir ve ne milletlerarasıdır.? ?O halde kıyafetsiz bir millet hiç olur mu? Arkadaşlar, böyle nitelendirilmeye razı mısınız? Çok kıymetli bir cevheri çamurla sıvayarak aleme göstermekte mana var mıdır? Ve ?Bu çamurun içinde cevher gizlidir, fakat anlayamıyorsunuz? demek isabetli midir? Cevheri gösterebilmek için çamuru temizlemek gerekli ve doğaldır. Bu kadar açık gerçek karşısında tereddüt caiz midir? Bizi tereddüde sevk edenler varsa, onların ahmaklığına hükmetmekte hâlâ tereddüt mü edeceğiz? Arkadaşlar, Turan kıyafetini araştırıp canlandırmaya gerek yoktur. Medeni milletlerarası kıyafet, milletimiz için layık bir kıyafettir. Onu giyeceğiz. Ayakta iskarpin veya potin, üstünde pantolon, yelek, gömlek, kravat, ceket ve doğal olarak bunların tamamlayıcısı olmak üzere başta ?siperi şemsli serpuş?, bunu açık söylemek isterim, bu başlığın ismine ?şapka? denir. Şapkaya itiraz edenler vardır. Yunan başlığı olan fesi giymek caiz olur da şapkayı giymek neden olmaz? Ve yine onlara ve bütün millete hatırlatmak isterim ki, Bizans papazlarının ve hahamlarının özel kılığı olan cüppeyi ne vakit, ne için ve nasıl giydiler?? Atatürk toplumdaki cinsler, etnik unsurlar, dini unsurlar arasındaki farkları mümkün olduğu kadar törpülemeye çalışıyor ki, herkes bir potada birbiriyle konuşan insanlar haline gelebilsin. Aksi takdirde ülkü birliği ve millet olmak mümkün değil. Millet olmadığın zaman kendini dışarıya karşı koruman mümkün değil.
Diğer Celal Şengör Sözleri ve Alıntıları
- Atatürk'ün yapmak istediği, medeniyetten kastı, birbirinin fikirlerine tahammül edebilen, birbirinin fikirlerini eleştirerek, gözleme, mantığa dayanarak eleştirerek geliştirmeyi bilen bir toplum yaratmak. Fakat çelişkisel bir şekilde bunu yapabilmek için kendisi de bir dayatmada bulunmak zorunda. "Yanlışın üzerinde ısrar etmenize izin vermeyeceğim" diyor. Peki yanlış olduğunu nereden biliyor? Sırf o değil ki, aklı başında herkes biliyor bunu. Yani, Kızıldeniz'in bir asa ile yarılmadığını, Nuh Tufanının olmadığını, Adem ile Havva'nın rüzgar eserek çamurdan yaratılmadığını v.s. herkes biliyor. Atatürk şunu söylüyor: "Bu hurafelerin üzerine bir toplum bina edemeyiz. Sen buna inanmak istiyorsan inanabilirsin ama bunu dayatmana müsaade etmeyeceğim. Sizin dayatmanızdır ki, toplumu felakete götürdü, çürüttü, yok etti. Ben bu çökmüş toplumun çocuğuyum, yeni nesillerin bu felakette doğmasına müsaade etmeyeceğim."
- ... Paşa'nın arabasını görünce faytonlardan fırlarlar, Atatürk'e sarılırlar: "Paşam 400 senedir ilk defa meydan muharebesi kazanıyoruz, var olun!"
- (Yavuz) Selim kendisini İslam'ın başı, lideri ilan ediyor. İslamın başıyım derken de Türkiye'ye ilk defa Ortodoks İslam'ı sokuyor. O zamana kadar Osmanlı'da bu tür bir İslam geleneği yok. Osmanlı'da o döneme kadar Ahmet Yesevi'den bu yana sürdürülen daha liberal, dervişlerin yönettiği bir İslam geleneği var. Yavuz ilk defa Arap tarzı İslam'ı içimize sokuyor ve o dönemden itibaren Türkiye'nin çöküşü başlıyor.
- İspanyayı batırmak kolay mıdır? Beş yüz küsür yıl önce Kristof Kolomb keşfe çıkacakken ispanya Kralı'na gidiyor, o da "Önce Salamanca Üniversitesi'ne soralım" diyor. Senin ülkende böyle bir soruyu sorabileceğin kurum yok. O zaman da yok, şimdi de yok. Olsa bile sormaya niyetli, sormanın gerekli olduğunu düşünebilecek kapasitede yöneticilerimiz yok.
- Bilimsel düşünme, yani akıl ve bilgi yönünde eleştirebilme yeteneği olmayan veya pek az gelişmiş bulunan toplumlarda "ne yazsan gider" ölçütü geçerli olduğundan, gazetecilerin doğruyu yansıtma çabaları az gelişmiştir.
- Atatürk?ün meclisi sadece iki defa tehdit ettiği söylenir: Birincisi, Büyük Taarruz?dan evvel başkumandanlık görüşmeleri sürerken. Bu tehdidi de şu sözlerden ibarettir: ??Orduyu başsız bırakmadım, bırakmıyorum, bırakmayacağım.?? Diğeri de hilâfetin saltanattan ayrılması tartışmaları sürerken söylediği: ??Bu iş olacaktır. Ama bu arada bazı kafalar da kopabilir??sözleridir.
- Sumner, her toplumun kendi içinden yargılanması gerektiğini iddia ederek, dış kıstaslarla toplumların konumlarını belirlemenin yanlış olacağını öne sürmüştür.
- Dostları tarafından ??Allah?ın bir lûtfu??, düşmanları tarafından da ??deccal?? olarak betimlenmişse de bilimsel bir akıl ne birinci ne de ikinci yorumu ciddiye alabilir. Dâhi Atatürk, dehâsını belli bir yöntem izleyerek kullanmış ve başarıya ulaşmış, üstün yetenekli bir insandır.
- Eleştirel akılcılık, sorun çözmek için varsayım önermek ve önerilen varsayımları gözlem raporlarıyla kontrol ederek, gözlemle çelişenleri bir diğer deyişle ??yanlışlanmış?? olanları elemek olarak ifade edebilir.
- Benzer şekilde, enine çizgiler içeren bir kare, boyuna çizgiler içeren aynı boyutlardaki bir kareden daha genişmiş gibi gözükür. Demek ki, gözlerimiz ve dolayısıyla doğa bizi yanıltabilmektedir.