- "Bütün yorgunluğuna içindeki bütün karanlığa karşın, yüreğine bir yerlerden bir ışık, bir aydınlık sızıyordu. Yüreğindeki kasveti dağıtan şeyin kendi de farkında değildi. Bu sevinç, bu sıcak ışıktan ileri geliyordu. Bu ışık nedendi? "
- "Dursun bana dedi ki... Bizim köyde, dedi, çocukları dövmezler. Çocukları çifte salmazlar. Bizim köyün tarlalarında, dedi, çakırdikeni bitmez. Ben, oraya gidiyorum işte... "
- "Bana bak! Oğlum İnce Memed, dedi. Suçsuz adamı, az suçu olan adamı, parası için adam öldürürsen iki elim yakanda olsun. "
- Memede olan olan olmuştu. Gözüne uyku girmiyordu. Düşüncelere kaptırmıştı kendini. Düşünceler kafasına akın ediyordu. Düşünüyordu artık. Dünya kafasında büyümüştü. Dünyanın genişliğini düşünüyordu. Değirmenoluk köyü bir nokta gibi kalmıştı gözünde. O kocaman Abdi Ağa, karınca gibi kalmıştı gözünde. Belki de ilk olarak doğru dürüst düşünüyordu. Kin duyuyordu artık. Kendi gözünde kendisi büyümüştü. Kendini insan saymaya başladı. Yatakta bir taraftan bir tarafa dönerken söylendi. "Abdi Ağa da insan, biz de..."
- "Herkes bilirdi ki, köylülerden biri bir kabahat işlediğinde Abdi Ağa onu dövmezse çok büyük bir kötülük yapacaktır ona. O adam ömrünün sonuna kadar, işlediği suçun cezasını çekecektir. Eğer döverse unutulur giderdi suç. Abdi Ağaya karşı suç işlediklerini sanan köylüler gelir onun önüne otururlar, dayak yiyinceye kadar önünden kalkmazlardı."
- "Gel benim derdime, diyor, bir derman eyle. Alemler derdine derman olmasın..."
- "İşte bu iyi," dedi. "Ağasız köy! Herkesin kazandığı, herkesin olacak."
- ''Dünya parayla alınır, yürek alınmaz.''
- ''Bütün canı, hayatiyeti, kini, sevgisi, korkusu, gücü kocaman gözlerine toplanmış. Gözlerinde arada bir, iğne ucu gibi bir pırıltı yanar söner. Keskin, batan bir pırıltıdır bu! Bu pırıltıdan korkulur. Korkunçtur. Parçalamaya, atılmaya hazırlanmış kaplanın gözlerinde de aynı pırıltı yanar söner mutlak. Bu nereden gelir? Belki yaratılıştadır. En doğrusu, çekilen işkencede, dertte, beladadır. Memedin gözlerine bu pırıltı, son bir yıl içinde gelip yerleşmiştir. Ondan önce Memedin çocuk gözleri bir hayranlık, bir sevinç içinde parlardı.''
- ''Deli Fahri, başını daktilonun durduğu kirli masaya koymuş uyukluyordu. Dört bir yanını rakı kokusu sarmıştı. Ayak sesi duyunca başını kaldırdı. Bu biçim ayak sesleri, dilekçe yazdıracak insanların ayak sesleridir. Fahri, yılların verdiği alışkanlıkla, dilekçe yazdıracak kimseleri ayak seslerinden tanırdı. Masası bir kasap dükkanının saçağı altında olduğundan yanından Her zaman bir sürü insan geçerdi. O, geçenlerin hiçbirisine başını kaldırıp bakmazdı. Dilekçe yazdıracak kimse, çok uzakta bile olsa, o başını hemen kaldırır gelenin gözlerinin içine bakarak: Anlat bakalım, derdi. Anaya da: Anlat bakalım, dedi. Kadın, kaldırımın üstüne oturdu, başını duvara dayadı: Kurban olduğum Fahri efendi, diye başladı.''