''Alakalarımızın yüz bin şekline isim bulamıyoruz ve 'sevmek' deyip çıkıyoruz. Onun için ne kadar suistimale uğruyor bu kelime...''
Soysuzlaşmış sanat eseri ise, meçhul babası tarafından bile inkar edilmiş ve anasının parmaklarıyla boğularak o köprünün altına atılmış bir canavar yavrusundan başka bir şey değildir.
- Ölümden korkar mısınız? - Ölümün kendisinden değil, düşüncesinden korkarım. Hah, iyi söylediniz. Bahri'nin de ölmesinden ziyade ölüme mahkum olması, arada sırada onu istemesi bana dehşet verirdi. Bir kaç kere bana; "Öleceğim ben, biliyorum." demişti. Bu düşünce korkunçtur, ölüm değil. - Birdenbire ölmeyi mi tercih edersiniz? - Ölümün hiçbir türlüsünü tercih etmem. Çünkü hepsi "ölüm düşüncesi"dir. Fakat haberim olmadan ölürsem, tabi daha iyi olmalı bu. Ölmek, ölümü düşünmekten çok daha kolaydır, değil mi?
Yürüdüğü yol ve kapısından içeri girdiği mektep ona çok yabancı göründü. Sanki bu yoldan ilk defa geçmiş ve bu kapıdan içeri ilk defa giriyordu. Eşyanın maddesinden ziyade bize karşı vazifesi ve manası değiştiği zaman yenileştiğini hissetti.
... - Bir mütehassısa gitmem lazım mıdır? - Şimdilik sigarayı azaltınız. İçki kullanmayınız. Heyecana kapılmayınız. Aşk, sevda, korku, tehevvür gibi şeylerden uzak kalınız. Doktor, bunu "Pencerenin yanında durmayınız, kenara çekiliniz!" der gibi riayeti pek kolay bir tavsiye gibi söylemişti.
Tanıdığım bütün insanlar bana yalansız yaşanmayacağını söylüyorlar. Aldatmak ve aldanmak şartmış. Bazı kere buna isyan ediyorum. Bazı kere hissediyorum ki, bütün felaketlerimiz, hakikati söyleyeceğimiz yerde yalanı tercih ettiğimiz içindir. Bu bana en büyük budalalık gibi geliyor, budala insanlar bunu marifet sanıyorlar, asıl aldatırken aldanıyorlar, başkalarını aldatırken kendilerini aldattıklarını bilmiyorlar.
... sevmesini bunlar biliyor. Susarak sevmesini. Erkek susar, kadın da. "Beni seviyor musun?" lar yok. "Daha mı az, daha mı çok?" lar yok. Maziden ve istikbalden şüpheler yok. Emniyet yüzde yüz. Fedakârlık bitirmiş. "Ben seninim, sen de benim." O kadar. "Sözlüyüm" diyorlar. Bitti. İki taraf da ölünceye kadar öteki için parçalanmayı göze alıyor. Sessiz. Aşk mektupları, sitemler, tehditler yok. Mutfakta bir tıkırtı İclal, Mustafa'nın çorbasını pişiriyor. Hep onu düşünüyor. Yirmi sene, elli senen hep onu düşünecek. Mustafa eşikte görünüyor. Sessiz. Dil dökmüyor. Dil olmayan yerde yalan olur mu? Onun bir İclali var. Dünya o. Mağrur, susuyor. Vazife saati. İclal daha çorbayı pişiriyor. Ne ciddiyet! Sevmesini bunlar biliyor. Bunlar olmasa dünya ne kadar tenha ve hazin olur. ... Bizim aşklarımız tam sevgi olmadığı için, manilere rastladığı için, taşlara çarpan su gibi kabarıyor, sıçrıyor, dağılıyor, gideceği yere rahat gidemiyor. Bütün tereddütlerimiz, şüphelerimiz, korkularımız, itimatsızlıklarımız, küçük görüşlerimiz, kendimize güvenmeyişlerimiz, iç çekişlerimiz, öfkelerimiz, isyanlarımız, hepsi, hepsi, aşkımızın tam olmamasından, yolunu bulamamasından. Bizimkisi aşk değil, aşk hastalığı; onlarınkisi aşk hastalığı değil, aşk.
''Eski ailelerin büyük bir kusurları vardı: Kapalı olmak; eski ailelerin büyük meziyetleri vardı: Gene kapalı olmak.''
''Bence kadının münevver olması ve erkek seviyesine yaklaşması demek, her şeyden evvel bu iptidai koketriden ayrılması demektir. Romantik devirlerde bu nevi cilvelere aşk mani olurdu, şimdi de kültür.''
''Fakat hani o yıkılan alemlerin gürültüsü? Hani enkaz altında kalan hatıralarımdan yükselen çığlıklar? Hani bu doğumun sancıları, kıvranışları? Ne ümit, ne teessüf! Ölmüş gibiyim.''
Etgar Keret
Michel Foucault
Nancy Pickard
Hıfzı Topuz
Mustafa İslamoğlu
V. C. Andrews
Charles Bukowski
İlhan Berk
Can Dündar
William Golding