
Muhyiddin İbn Arabi (Ebû Bekir Muhammed b. Ali)
- Doğum: 1165
- Ölüm: 1240
- Muhyiddin İbn-i Arabi, Muvahhidun döneminde 27 Ramazan 560'da Mursiye (Murcia), İspanya'da doğdu. Bilinmeyen bir sebeple 8 yaşında ailesiyle birlikte İşbiliye'ye (bugünkü Sevilla) geldi (muhtemelen babasının memuriyeti nedeniyle). Ailesi Arap Tayy kabilesine mensuptu. Yakın cedleri hakkında fazla bir şey bilinmiyorsa da, anne ve baba tarafından nüfu... (devamı)
- Arif, her anda yeni bir ilahi isim ile yaratıldığı için, değişkenlik ve farklılık gösterir. Her bir isim ile yeni müşahedesini aktarır, bu yüzden arifin ne anlatmak istediğine vakıf olunmaz. Arif kendini arif olarak bilmez, ancak onu dışarıdan müşahede edenler anlayabilir. Arif herkesi kendi gibi görür ve herkes gibi olur. Çünkü herkes gönlündedir, daha ötesi yoktur. Arif için diğerleri yoktur, her şey bütündür birdir. O bütünden parçaya gider. Beşer ise parçadan bütüne doğru yol alır. Aradaki en büyük fark budur.
Beşer sadece kendi inancını baz alır ve herkesi bunun dışında tutar hatta suçlayabilir. Oysa arif, bir itikada bağlı değildir, bütün inançlara saygılıdır, onlarla beraber yürür ancak hiçbir inanca bağlı değildir. Dünyasal hiçbir çekim arifi ilgilendirmez. O masiva denilen eşyanın çekim alanından, cazibesinden kendini kurtarmıştır. - İnsan-ı kamil, arif, bir itikad ile kayıtlı değildir.
Ancak mezhepsiz ve itikadsız da sayılmamalıdır.
Onun mezhebi ve itikadı "İlahi dilek" ve "nefsül emr"dedir. Açıklaması ise şudur, inancı ve mezhebi mecazi değildir. O Hûda mezhebindedir. İnancı Aşk'tır. - Çünkü O, her an ayrı bir şe'ndedir, oluşumdadır, yaratımdadır. İnsan her an yaratılmaktadır, ayrı ilahi isimlerin uğrak yeri, durağıdır. İnsan bedende sabit görünür ancak, her an değişmekte, yeniden yaratılmaktadır. Hakk'ın nefesi her an insan üzerinde bir yenisini "inşa" eder vaziyettedir. Hakk Kat'ında, her bir ilahi yaratım için belirlenen ateş topları olan nur, hedefi için, an'ı bekler. İnsan her an, bir ilahi isim ile yeniden yaratılmakta, bir diğeri ile yokluğa ermektedir. Arif bir mana adamıdır ve mananın şekli olmaz. Çünkü o, Heyula gibi her surette vurur meydana kendini.
- İslam tarihinde, eserleri hakkında en sert tartışmalarının yapıldığı sufi, İbn-i Arabi'dir. Eserlerinin yazım şekli içsel bir keşif ile olduğu için, görüşlerini benimseyenler ve karşı çıkanlar olarak iki zıt grup oluşmuştur. İlham yolu ile aldığı bilgilerin büyüklüğü ile kendisine "En Büyük Şeyh" anlamına gelen ŞEYH-İ EKBER denmiştir.
Karşı çıkanlar ise, kendisine "En Kafir Şeyh" anlamına gelen ŞEYH-İ EKFER lakabını takmışlardır. - Eserlerinde bahsettiği gibi, "Hepimiz bir vakitler yüksek harfler idik, indik kainat satırları arasına kelimeler olduk." Hala o satır aralarındaki kelimeleri okumaya devam ediyoruz. En büyük kitap insandır ve hepimiz birer kelimeyiz. Kendi hücrelerimizdeki ayetleri okumaya devam ediyoruz ve edeceğiz.
- Akıl sahipleri, semboller ve ayetler üzerinde delilleri takip ederek hakikati yorumlamışlardır. Gönül ve kalp sahipleri ise, sembollerin ve ayetlerin hakiki manalarına erişebilmişlerdir, ancak bunu aktarmak mümkün olmadığından birtakım simgesel sözler ile işaret etmişlerdir.
- Uyanmanın yazılı belgeleri yoktur. Yazılı olanlar ise tamamen zahiridir. Ezoterizmde bilgelik ve hikmet yazıya geçirilmez. Bir şey yazıya geçirildiği zaman kayda alınmış olur. Her türlü kayıt altına alma, onu şekillendirme demektir. Ondan sonrası için her türlü kayıt altına alman, gölgedir, vehimdir, hakikat değildir.
- İşte insan, her anı sıfatlara bölerek, hayatın ve tüm insanların güzelliklerini kaçırır. Çok basit bir örnek vermek gerekirse; kişinin zihninde kötü olarak bellediği insanlar ve bir gün onların yargılanacağı düşüncesi olabilir, bunu bekliyor ve dua ediyor olabilir, ama bir başkası o insanlar için hayır duaları ediyor olabilir ya da biri için iyi dileklerde bulunuyorsan, unutma ki başka biri ona kızgın olabilir. Yargılarımız var. Zihnimizde oluşturduğumuz bir dünya var ve asla hakikat olmayan bir dünya. Bir hayal ve gölge dünyası. Bu yüzden durup sadece izlemek ve yargıda bulunmamak gerekir. Gizli bir kibirdir bu. Bizim için iyi olan bir başkası için kötü olabilir, bizim için olumsuz olan bir başkası için olumlu olabilir. Beşerin hiçbir vakit hakiki anlamda adaletli olamayacağı bir gerçektir. Zanlar hakikat olmadığı için, kararlar da adaletli olmayacaktır.
- Her olan zıddı ile beliriyor, eski tabir ile zuhur ediyor. Bir tek O belirmiyor görünmüyor çünkü zıddı yok, ikilik yok. Tek olan görünmez, eğer görüyor isek, muhakkak ikili belirmiştir, zıddı ile görünmüştür. Görünmesini sağlayan yine O değil mi? Biz zıtlardan birini kendimize uygun diye sever, diğerini uygun olmadığı için sevmediğimizde, bir başkası da bunun tam tersini hissediyor olabilir. İşte bu zıtları yargılamak gizli kibirdir ve kayırmanın beşeriyette adaletli bir yargısı olamaz. Zihin yanılgılar ve zanlar içindedir. Bu yüzden dünya zanlarında yaşamayı terk edip, kendi hakikatimizdeki dünyayı inşa etmeye başlamalıyız. Ne kadar, ikiliğin mevcut ise o kadar hakikatinden uzaktasındır. Arifler, Kutb'da oturup seyreder cümle alemi, güzelliklerini, her an ayrı bir şende (tecellide) yaratılışları.
- Arştan arza kadar damla damla akarak, ten ile örtünüp bürünülme ve insan olarak görünmenin tek amacı, birliği, çoklukta idrak etmek içindi. Bunu anlatmak için dinler geldi, fakat asla etkili olamadılar. İnsanlık daha da maddeye gömüldü ve daha derin uykulara daldı. Arifler manaları açtılar, derinleştiler ancak yine anlaşılamadılar. Özlü sözleri ancak tekerleme gibi tekrardan ileri gidemedi. Anlayışlara ulaşamadı. Verdikleri mesaj çok açıktı, her şeyi ayan beyan sembollerle aktardılar.