- ''O kadar ki, İnsanlık eski Mısırlarıyla, Yunanistanlarıyla, Romalarıyla ve bunlar bütün estetik eserleriyle ayağa kalksalar ve yanı başlarında bugünün kendi verimleri olan bütün medeniyeti, musikisiyle, şiirleriyle, sanatlarıyla ve bütün eserleriyle gözümün önüne dikseler, dikilseler, benim gözüm, benim duygum, benim sevgim, yine ıssız dağlar başında yanık kavalını üfleyen, yarım çarıklı Türk çobanındadır. O, bunların hepsinin üstündedir.''
- ''Tarih bizleri, askerlik sanatının icatcısı olarak tanımaktadır. Kâşgarlı Mahmud'un dediği gibi, ''Tanrı Türkü, insanlığı, şerirlerin şerrinden esirgesin diye, kendine has asker olarak yarattı.'' Bundan benim anladığım şudur: Türk = Tanrı'nın has askeri! Gerektiğinde Türk'ün en küçük şerefi, namusu, Türk ilinin bir çakıl taşı için milyonla Türk feda olalım. Fakat Yemen çölleri için, amansız idealist hilâfet kurumu için değil, bütün bir dünya için dahi tek bir Türk gencinin burnunun kanamasına millî rıza yoktur. Ve olmayacaktır. Bütün bir dünya, tek bir Türk delikanlısının burnunun kanamasına değmez.''
- ''Biraz önce dediğimiz gibi, askerlikten muaf tutulan yabancı unsurlar, rakipsiz olarak ekonomik alanda kuvvetleniyorlardı. Ve millî duygularını besleyerek yükseliyorlardı. Türkün bu iki kuvvetten uzak kalarak zayıf düşmesi, yabancı unsurların onu hırpalayarak imparatorluktan kolaylıkla ayrılmalarını ve yeni devletler halinde ortaya çıkmalarını kolaylaştırıyordu.''
- ''Cengizliler devletinde bu cihet apaçık görülmektedir. Meselâ, Cengiz hanedanına mensup kadın ve erkeklerden bazıları Şaman, bazıları Hristiyan bulunuyorlardı. Papazlara, lâmalara, imamlara ve saireye eşit bir saygı gösteriliyordu. Hattâ Cengizin, Hülâgu'nun boş zamanlarında Hristiyan, Budist, İslâm Âlimlerini bir araya toplayarak, huzurlarında din söyleşileri yaptırdıkları pek meşhurdur. Bu bilginlerin Moğol sarayı usul ve âdetlerine göre uymak zorunda oldukları bir nokta vardı. O da, Kağan'ın, huzurunda fazla bağırmamaktı. Aksi hareket eden kim olursa olsun dışarı alınır ve temiz bir sopa atılırdı. Cengiz'e ön gelen büyük Asya'daki Türk devletlerinde geçer sistemin Lâiklik olduğunda şüphe yoktur.''
- ''Türk devleti işlerini Türk'ten başkasına vermeyelim... Türk devleti işlerinin başına öz Türk'ten başkası geçmemelidir.''
- ''Hazreti Peygamber Mekke'yi fethettikten sonra Hümeyn Savaşı'na giderken devlet işlerine yirmi yaşlarında olan Attap'ı, diyanet işleri için de Maaz'ı bırakmıştı. Hilâfet din ve dünya işlerini içine almış olsa bile Peygamberin hayatında caiz gördüğü bu ayrılık yahut bu iş bölümü din ile dünya işlerinin tefrik edilebileceğine işaret sayılamaz mı? Bizce bunda şüpheye mahal yoktur.''
- ''Atatürk İhtilâli'nin belirli yönü Türk milliyetçiliğidir. Türk olmaktır. Geçmişi bu prensip temizledi. Yeniliği bu prensip getirdi. Bütün Türk İhtilâli, bütün eserleriyle bu prensibe dayanıyor. Bundan en küçük bir yan çizme geriliğe dönüştür. Ve ölümdür. İşte bütün bunlardan dolayı Bizanslaşan saltanatın, Türk olmayan Osmanlı saltanat ve hilâfet idaresinin asırlar içinde kısaca anlamı şudur: Türk'ten başka unsurların kuvvetlenmesine yarayan, bunlarla beraber ve yaşatmak, yaşamak için Türk'ü sömüren bir varlık.İşte bütün bunlardan dolayıdır ki, Atatürk İhtilâli, Bizanslaşan saltanatı, vatansız ve milliyetsiz hilâfeti kaldırdı. Ve bütün bunlardan dolayıdır ki, milliyetçiyiz, cumhuriyetçiyiz, lâikiz...''
- ''Mecmaüledeb adında bir risalede deniyor ki: ''Padişah, halife zalim olsa da ona itaat gerektir. Çünkü, her millet lâyık olduğu idareyi bulur kaidesi şeriat esasıdır. Bunun aksine hareket edenler kâfir olurlar.'' Görülüyor mu? Pespayelerin elinde din nelere vesile ve vasıta oluyor? II. Mahmut zamanında Mora'yı kaybettiğimiz vakit, bunun din bakımından terki gerektiğine dair bir de fetva çıkarılmıştı. Fetvayı vaktin şeyhülislâmı Dürrüzade Abdülvehab vermişti. İdaresizlik kolayca şeriatın sırtına yükletiliyor ve akan sular durduruluyordu. Bizdeki isyanların, kaytaklıkların hemen hepsi şeriata arka verdi.''
- ''İngiliz Wels, bu noktayı ne kadar güzel ifade eder. Der ki: ''Türkler memleketinde, her Türk efendidir, beydir. Bunun için aralarında geçimsizlik eksik değildir. Çünkü hiçbiri kendini diğerinden aşağı tanımaz. Türkler kendi memleketlerinden çıkıp da yabancı illere vardıklarında padişah olurlar. Tıpkı denizin dibindeki incilere benzerler.. Bunlar denizin dibinde iken bir şey değildirler. Çıkınca en yüksek değeri kazanırlar.''
- ''Namık Kemal bu hakikati ne güzel ifade etmiştir: ''Fakir olduysa millet şanına noksan gelir sanma. Yere düşmekle cevher sakıt olmaz kadrü kıymetten.'' İşte son Atatürk İhtilâli'nin getirdiği en modern kurumlar karşısında Türk milletinin durumu budur. Yeni kurumları Türk milletinin bu hasleti, soyluluğudur ki, yadırgamadı. Onları her vakit benimsedi. Biz Türk milletininin bu durumunu şu suretle de sembolize edebiliriz: Hakir düşmüş, fakat asil, görgülü, terbiyeli bir adam düşünelim. Ve yine görgüsü kıt, terbiyesi eksik, sonradan görmüş diğer birini düşünelim. Bunlar büyük, muhteşem, resmî bir ziyafete davetlidirler. Göreceksiniz ki, sonradan görmüş milyoner zengin, frakını giymesini, silindir sapkasını tutmasını bilmeyecek, salona girerken telâşa kapılacak, nihayet şaşkınlıktan ev sahibinin elini sıkarken ayağı halıya takılacak, yüzüstü kapanacaktır. Herkese gülünç olacaktır. Görgülü soyluya gelince, eski, fakat tertemiz elbisesini kendisine yakıştırmasını bilecek, sonra da mütavazi ve fakat vakur durumu herkesi imrendirecek ve muhteşem yer ona asla yabancı gelmeyecek, pek tabiî görünecektir. Bu tabloya hâkim olan psikoloji, olduğu gibi Türk milletine uymaktadır. En aşağı elli asır dünya tarihinin mukadderatında söz söylemiş bir millete, Türk ulusuna Atatürk İhtilâli'nin yenilikleri ağır gelemezdi. Vaktiyle buna olamazdı diyenler, şimdi de hayretlere düşenler, önce, Türk milletinin kim olduğunu ve tarihinin mânasını anlamaya çalışmalı ve öğrenmelidirler.''