Taşnaklara silah satarak zengin olan Fert?in babası Ferit askere alınmak istenince ?sanki benim oğlum kurtaracak memleketi? diye bağırır. Belki de pek çoğu içinden bunu geçirir. Bu aslında her devrin sesidir oğlum. Her devirde türlü nedenlerle bunu söyleyen nice babalar, nice analar çıktı. ?Sanki benim oğlum kurtaracak memleketi!? Her savaş döneminde, 68?de, 78?de Gezi direnişinde. Belki binlerce yıldır böyle bağıran bir yanı oldu Türk tarihinin ama hiç kazanamadı biliyor musun o ses. Hiç!
Diğer Serap Yeşiltuna Sözleri ve Alıntıları
- Ağaç berekettir. Üreyen ve üretendir. Çıkar beklemeksizin meyve verir ve karşılıksız sunar. Bu meyvelerden en önemlisi de elmadır.
Bütün Türk boylarında aynı adla bilinen elma ağacı halk hikayelerine, destanlara, masallarla, şiirlere konu olmuştur ve kültürümüzde önemli bir yere sahiptir. Elma, "zürriyetin' bir başka deyişle yine çocuğun sembolüdür.
Halk hikayelerimiz de çocuksuzluğun, kısırlığın tedavisi tedavisi bir elmanın eşler arasında paylaşılarak yenmesidir.
Manas Destanı'ndan Kerem Aslı'ya kadar pek çok hikayede, elma ağacının dibinde yuvarlanma, elmanın karı koca tarafından yenmesi gibi motiflere rastlarız. Elma, muradın, erkek çocuğun, güzelliğin ve bereketin simgesidir.
Şah İsmail masalında, çocuğu olmayan padişaha derviş iki elma verir. Birinin hanımıyla kendisinin, diğerini de atının yemesini söyler. Sonun da padişahın çocuğu olur, at da yavrular.
Melikşah masalında çocuksuz padişah Hızır'ın verdiği elma ile padişahın kızı olur. Manas'ın doğumu ise annesinin elmalı yerde yuvarlanması sayesinde gerçekleşir.
Masallarımızın sonunda gökten üç elma düşer, çocukken oyunlarımızda elma denilince çıkarız...
Damat eve yeni gelen gelinin önüne "elma" atar, sevgiliye "elma" gönderilir...
Maşuk bizde "elma" gibi al yanaklıdır, aşıklar bir "elmanın yarısı" dır
Ve "yarım elma"yla gönül alacak kadar büyüktür yüreğimiz...
İnsanın bereketi, insan yaşamının devam etmesi, insanın soyunun sürüp gitmesi ağacın meyvesi olan elmaya, onun bereketine, onun soyunun devam etmesine, yani doğaya bağlıdır.
Ama o bizden bağımsız yaşar durur. Yani Nazım'ın dediği gibi yine, sen elmayı seviyorsan o seni sevecek değildir. Ona muhtaç olan bizizdir, bize muhtaç olan o değil... - A
ATATÜRK VE ORMAN ÇİFTLİĞİ
Falih Rıfkı ünlü "Çankaya"sında Ankara denen o küçük kasabanın başkent olmazdan önceki durumunu böyle tarif eder.
"Yeşili görmeyen gözler renk zevkinden mahrumdur. Burasını öyle ağaçlandırınız ki kör bir insan dahi yeşillikler arasında olduğunu fark etsin." Diyordu Atatürk, Ankara'daki Orman Çiftliğini kurarken.
Çorak bir bozkırdan başkent yaratan Atatürk, tıpkı Ankara gibi " ağaç bile yetişmez ki, nasıl insan yaşasın" denilen bir araziden başka bir mucize yaratmıştır. Atatürk Orman Çiftliği mucizesini...
1925 yılında, yani daha Kurtuluş Savaşı'nın yaraları sarılırken, Ankara'da tarımı geliştirmek, bu çorak şehri yaşanılır hale getirmek ve yeşillendirmek için bir çiftlik kurma kararı alır.
Fakat ilgililer, "Ankara yazları kurak geçen son derece değişik bir yayla iklimidir, toprağı kireçli, verimsiz, çorak ve kısırdır. Gıda kuvveti zayıf olan bu topraklar, başarılı bir ziraat yapmaya ve her çeşit bitki yetiştirmeye elverişli değildir, burada asla ideal bir çiftlik işletmek mümkün olmaz ve ziyanla neticelenir. Siz İzmir ve Aydın havalisinin toprağı münbit bir yerinde bir numune çiftliği kurarsanız daha iyi edersiniz." Diyorlardı.
Atatürk onlara " Çok iyi konuşuyorsunuz ama ben İzmir veya Aydın' da oturacak değilim ki ." diye cevap veriyordu.
Ülkenin tanınmış tarımcılarını köşke çağırtarak, amaca uygun bir arazi bulmaları emrini verir. Bu uzmanlar arasında bulunan bir tarımcı o günkü anılarını şöyle aktarır:
" Çiftlik yeri için öyle uzun boylu dolaşmaya ve Ankara'nın çevresinde başka doğal özellikler araştırmaya gerek görmemiştik. Sebepte basitti. Kıraç bir bozkırın ortasında bir orta çağ şehri. Ağaç yok, su yok, hiçbir şey yok. Böyle bir noktada hazırlanmış ve uygun koşullar taşıyan yerler nasıl bulunabilir. İncelemelerimiz bittiği zaman sonucu büyük Şefe arz ettik. Kendileri elleri ile bu günkü çiftlik yerinin bulunduğu yeri işaret ettiler ve sordular.
- Burayı gezdiniz mi?
Buranın bir çiftlik kurulması için gerekli olan niteliklerin hiç birini taşımadığını, bataklık, çorak, fakir bir yer olduğu hakkındaki ortak kanaatimizi söyledik.
Atatürk'ün bize cevabı şu olmuştur.
-İşte istediğim yer böyle olmalıdır. Ankara'nın kenarında hem batak, hem çorak hem de fena bir yer. Burayı ıslah etmezsek kim gelip ıslah edecek?"
Atatürk'ün genel bakış açısı da bu değil midir zaten? " Biz yapmazsak kim yapacak?"
Virane üstüne, hastalıklı, aç, yoksul, yaralı bir milletle devlet kuran Atatürk, elbette ki o arazi üstünde mükemmel bir çiftlik kurulmasını sağlayacaktır. İmkansız diye bir şey olmadığını bir kez daha gösterecektir. Bataklıklar, sazlıklar kurutulur, her taraf önce yetişmesi kolay olduğu için akasya ağaçlarıyla, sonra da türlü türlü meyve ağaçlarıyla donatılır. İşte Atatürk Orman çiftliği böyle kurulur ve bugünkü haline gelir. - Sadece benim için değil, başkalarının anneleri için üzülmeyi öğrendiğin gün, sadece senin için değil başkalarının çocukları için de üzülmeni kabullendiğin gün büyümüş olacaksın.
- Her seneki nemadan, bana nispetleri şerefi maruz kaldıkça, yaşadıkları müddetçe Makbule?ye ayda bin, Afet?e sekiz yüz, Sabiha Gökçen? e altı yüz, Ülkü?ye iki yüz lira ve Rukiye ile Nebile? ye şimdiki yüzer lira verilecektir. Makbule? nin yaşadığı müddetçe Çankaya?da oturduğu ev de emrinde kalacaktır. Kendi öz kanından olmayan manevi kızlarına ve kız kardeşine bıraktıkları bundan ibarettir sadece. Kız kardeşine bırakılan da, bir evde oturma hakkından başka bir şey değildir aslında.
- Taşnaklara silah satarak zengin olan Fert?in babası Ferit askere alınmak istenince ?sanki benim oğlum kurtaracak memleketi? diye bağırır. Belki de pek çoğu içinden bunu geçirir. Bu aslında her devrin sesidir oğlum. Her devirde türlü nedenlerle bunu söyleyen nice babalar, nice analar çıktı. ?Sanki benim oğlum kurtaracak memleketi!? Her savaş döneminde, 68?de, 78?de Gezi direnişinde. Belki binlerce yıldır böyle bağıran bir yanı oldu Türk tarihinin ama hiç kazanamadı biliyor musun o ses. Hiç!
- Her seneki nemadan, bana nispetleri şerefi maruz kaldıkça, yaşadıkları müddetçe Makbule?ye ayda bin, Afet?e sekiz yüz, Sabiha Gökçen? e altı yüz, Ülkü?ye iki yüz lira ve Rukiye ile Nebile? ye şimdiki yüzer lira verilecektir. Makbule? nin yaşadığı müddetçe Çankaya?da oturduğu ev de emrinde kalacaktır. Kendi öz kanından olmayan manevi kızlarına ve kız kardeşine bıraktıkları bundan ibarettir sadece. Kız kardeşine bırakılan da, bir evde oturma hakkından başka bir şey değildir aslında.
- Yıl 1921 Sakarya Meydan Savaşı öncesi. Yunan, Polatlı?nın Oğuzlar Köyü?ne dayanmış, Bursa ise düşürülmüştür. Osmangazi Türbesine girerek ?kalk ey koca sarıklı Koca Osman, kalk da torunlarının halini gör! Kurduğun devleti yıktık!? diyerek aklı sıra dalga geçip hatıra fotoğrafı çektiren Yunan komutanı, savaşın bittiğini zannetmektedir.
- Asker kaçaklarına kızan bir genç kadının feryadı, bu yürek meselesini iyi anlatır bence: ?Silahınız yoksa taşınız sopanız da mı yok? Bence sizin esas yüreğini yok.?
- Baba, Sana her zaman müteşekkirim. Çünkü Kemalist düşünceyle yetiştirdin beni. Küçüklüğümden beri evde devamlı Kurtuluş Savaşı anılarıyla büyüdüm. Ve o zamandan beri yabancılardan nefret ettim. Baba biz Türkiye?nin İkinci Kurtuluş Savaşçılarıyız. Elbette ki hapislere atılacağız, kurşunlanacağız da. Tıpkı, birinci Kurtuluş Savaşı?nda olduğu gibi. Ama bu toprakları yabancılara bırakmayacağız. Ve bir gün mutlaka yeneceğiz onları. Düşün baba, bugünkü hükümet, işini gücünü bırakmış bizimle uğraşıyor. Çünkü bizden başka gerçek muhalefet kalmamış durumda.
- O dönemin başbakanlarını, bakanlarını, valilerini, rektörlerini, emniyet amirlerini bu gün kimse hatırlamaz. İnfaz memurları, cellatlar ve gardiyanlar tarihin çöplüğüne gömüldüler. Ama Deniz?ler, asıldıkları gün ölümsüzleştiler.