Köleliğin yasaklanması meselesine gelince; bunda zencîlerin bizzât dahli yoktur. Bu, insancıl renkteki kağıtlara sarılıp sarmalanmış aslında iktisâdî bir olaydır. 1770'lerin ortalarından itibaren sanayileşmek suretiyle tezgahları kendi kendine hareket ettiren İngilizler, salt beden gücüne ihtiyâçları kalmayınca, 1834'te imparatorluğun her yerinde köleliği yasaklamışlardır. Bununla da kalmayıp özge devletlerin köle ticâretini, öncelikle de deniz kuvvetlerinin gayretiyle, önlemeye çaba harcamışlardır. Mâliyeti ucuz salt beden gücüne tamamıyla muhtâc İspanya, Portekiz, Fransa çeşidinden denizaşırı toprakları bulunan rakîp devletleri böylelikle dize getirmeyi amaçlamışlardır. Bunu da nitekim, önemli ölçüde gerçekleştirmişlerdir.
Diğer Şaban Teoman Duralı Sözleri ve Alıntıları
- Köleliğin yasaklanması meselesine gelince; bunda zencîlerin bizzât dahli yoktur. Bu, insancıl renkteki kağıtlara sarılıp sarmalanmış aslında iktisâdî bir olaydır. 1770'lerin ortalarından itibaren sanayileşmek suretiyle "tezgahları kendi kendine hareket ettiren" İngilizler, salt beden gücüne ihtiyâçları kalmayınca, 1834'te imparatorluğun her yerinde köleliği yasaklamışlardır. Bununla da kalmayıp özge devletlerin köle ticâretini, öncelikle de deniz kuvvetlerinin gayretiyle, önlemeye çaba harcamışlardır. Mâliyeti ucuz salt beden gücüne tamamıyla muhtâc İspanya, Portekiz, Fransa çeşidinden denizaşırı toprakları bulunan rakîp devletleri böylelikle dize getirmeyi amaçlamışlardır. Bunu da nitekim, önemli ölçüde gerçekleştirmişlerdir.
- Dünyaya yatay düzlemde, yânî olaylara gözümüzün önünde olup bittikleri tarzda baktığımızda, zorunsuzluk ilkesi reddedemeyiz. Akıl-deney yolu, başka bir sözle, positiv yöntem bunu gerektirmektedir. Eksik varolanlar olarak bunun dışına çıkamayız. İşte bu bağlamda olup bitenlere baktığımızda, doğada evrimi, toplumdaysa tarihi görürüz. Ne var ki, Vahiy ve "iç sesimiz" yani vicdânımız ise, bize mükemmeli, başka sözlerle, mutlak zorunluluğun hükmünü bildirirler. Zorunsuzlukları doğal olarak algılarız; mükemmellikse, bilinemez: Onun varlığına ya imân edilir ya da edilmez. Bu sebeple, sokakta yürürken başıma düşen saksı olayını ya "tesadüf eseridir", "kazadır" ya da "kaderin tecellisidir" şeklinde niteleyebilirim. İki tavır arasında bilgi teorisi açısından fark yoktur; ideolojik fark, tabii ki, âşîkârdır.
- Önünde sonunda, sathî kültür felsefesi tarihcilerinin, yaklaşık beş yüz yıldır dillerinden düşürmedikleri, evrenin merkezinin, yeryüzünden alınıp güneşe tevdi olunması bağlamında Galilei'nin hüküm giymesi edebiyatı, yüzeyde kalan her şey gibi, gerçekliği derinlemesine yansıtmamaktadır. Nitekim fizik anlamındaki evrenin merkezinin güneş olduğu M.Ö. Üçüncü yüzyıldan beri Geç Eskiçağda, İslâm ile Ortaçağ Hıristiyan medeniyetlerinde önde gelen bilginlerin bildikleri bir husuhtur. M.Ö. Üçüncü yüzyılın ilk yarısında yaşamış olan matematikci-gökbilimci Samoslu Aristarkhos, ay ile güneşin, yeryüzünden uzaklıkları üstüne yaptığı hesaplamaların ardından güneşin, sâbit yıldızlardan biri olduğunu tesbît etmiş, bir gezegen olan yeryüzünün de, onun etrâfında döndüğü sonucuna M.Ö. 270'lerde ulaşmıştır. Aristarkhos'un hesaplama işlemlerini sürdürerek güneşin merkezde bulunduğunu, yeryüzününse, çevresinde dolandığını M.Ö. 190'larda tekrar ıspatlayan Mesopotamya'da yaşamış Yunanlı gökbilimci Seloykeyalı Seloykos'tur.