Beni hiç anlamayacaktı. Olsun, varsın anlaması - AlıntıSöz

Beni hiç anlamayacaktı. Olsun, varsın anlamasın. Anlasa beğenmezdi zaten, kim anladığına kıymet vermiş ki, anlamak küçümsemektir biraz da. Buna da talip değilim. (s.47)

Tam hayalimdeki gibi olmadı ama hayal zaten o hızla kaçıp giden yabani at sürüsü değil miymiş, öyleymiş. s.47

... dertlenmeyenin dertlendireceğini biliyordum. (s.49)

Ama onun fevkaladesi neydi? Fevkaladesi alaladeydi. (s.55)

Onu sakin, ışığın inceden huzmelendiği yerlere, kudümün bendirin vurulduğu yerlere ve bir makamla yol alınan yerlere çekmemi anlamıyor, onu bir hoşluktan geri bırakıyorum zannediyordu. Bilse o geri bırakmanın bu geride durmanın ne olduğunu, neye bedel olduğunu bir bilse, herkes ama herkes geçmeden ortaya çıkmaz, dünyada en son yürüyen ve geçen olurdu ama hayır, her insan gibi o da dünyaya belasını bulmaya, kendinden evvel rezil olmuş milyarlarca insanın yaşadığını yaşamaya gelmişti. (s.73)

Hayatla her anlaşmaya varan, varamayanın kederini artırır, onun garipliğine bir ilmek daha atar. (s.84)

Öğleye doğru çalışma masama geçer akşam sekize kadar kan ter içinde çırpınırım. Genelde verimsiz ve kifayetsiz bir çırpınmadır benimki. Ama bilirim ki aslolan çırpınmadır. Bu çırpınma vicdan azabı gibi, boşuna bir tükenişle helake sebep oldukça ben kendimi mahvolmuş, ama hiç değilse bir şey olmuş duyarım. Bir insanın olabileceği başka nedir ki? (s.86)

İnsan zaten dertli değildir, derdin kendisidir. (s.88)

Terbiye limonla, tuzla, yani ovucu, içe işleyici, keskin ve sert başka bir tadı içe almakla ve de galiba böyle bir lezzet kazanmakla oluyor. (s.151)

Herkes ne ise o olmak bir cendere ve utanç değil, bir başa geleceğin bilindiği sehpa değil, yemek sırası gibi bir şeydi; yemek de dünyada herkesin önüne konulan bir tabldottu hepi topu. Bütün bu sıra, o tabldotu eline alıp bir gözünde iş, bir gözünde çoluk çocuk, bir gözünde maişet olan bu renksiz tepsiyi önüne çekip oturmaktı. Ve herkesin önündeki aynı şeyle, herkesin aynı şekilde doyduğu hayatla işte bu koca ve kokulu yemekhanede uğultu içinde durmaktı. (s.157)

Hayat evlenmek demekti, karı ya da koca demekti, çocuk ve ev demekti. Gerisi hep bunların etrafında, bunları sağlama almak için bir tuhaf gezinme, eşinme, kurcalanma idi. İnsanın belgeseli yapılsa seyredilemeyecek kadar gönül yorucu bir sıkkınlık verirdi. (s.159)

Başkalarında görüp aslını bildiğimiz şeylere karşı duyulan çoşku ya da memnuniyetin kaynağı, yine bildiğin gelmesi ve tanıdığı kucaklayacak olmaktı herhalde. (s.173)

Herkesten kurtulmak ancak kendini feda etmekle oluyormuş anladım; herkesten kurtuldum, kendimi kurtaramadım, onu rehin vererek bir yaşamaya başladım. (s.175)

Hayatın aynılığı bir tür güvence gibiydi. Her değişiklikten, başkalıktan ve başkalardan besmele görmüş şeytan gibi ürkmek ve hep o alışıldığı, bildiği aramak, bulamamaktan korkmak hayatımızın temeli idi. (s.176)

Hayat rüyadır derler. Benim hayatım hiç rüyalarıma benzemedi. Hayatıma benzemeyen herşey rüyam oldu. Benim çarçur etmek istediğim hayatım tasarruf edidl, bu tasarruf kim ve ne için bilinmedi, miras bıracaksam bu çarçur edilmemiş, israf hiç edilmemiş hayatı bırakacağım. Ama alan, olursa alan acaba ne yapacak? (s.191)

Diğer Şule Gürbüz Sözleri ve Alıntıları