Zikrimin İnce Güzü Dikkat! Bu öykü hüzünbazdır. Yürüyorlardı, havadan sudan konuşarak ve havadan sudan konuşmaya özel özen göstererek, bunu birbirlerine hiç göstermeyerek yürüyorlardı yola bir eziyet biçiminde, bunu yola sezdirmeden. Yolun da onlarla fazla ilgilendiği söylenemez. Bir gören olur, bir duyan olur kuşkusuna bürünmüş, kuşkularının yakalarını kaldırmışlardı. En azından birbirlerini duyabilirlerdi. Buna daha önce çabalamış, başaramamışlardı. Yitirmenin şiiri her ikisinin de başını iyice döndürmüştü. Yitirmeye alışmak da bir biçim işte. Büyük adamcılık oynayan çocuklar gibiydiler. Yeniden mi başlamak? Yaşanmışlar yaşanmamış varsayılabilir mi? Söz bitti. Yol bitmiyor. Yolun kıyısında ısırganlar bitiyor. Dört dörtlük susku. Derken susku tükeniyor. - Oturalım mı şuraya? dedi adam. Kadın umursamaz, duraladı. Bakındı. Oturdular. Kadın martıları saymaya koyuldu, çok şeyler düşünüyormuş, korkunç bir şeyler söyleyecekmiş, yılları iki tümleçin sırtına yükleyecekmiş gibi aralandı tavşan ağzı, bir şeycik demeden kapandı dudakları. Adama geldi bir şey dememe sırası. Karadeniz'e doğru yolalan bir argın gemiye bindi gitti adam kadından gizli, yerinden hiç kımıldamadan. Eğer güçsüzsek güçlü olmaya her sabah yeniden andiçmenin anlamı yok. And da içki gibidir, fazla içilmemeli, her şeyin fazlası sakıncalı. Adam cebinden konyak şişesini çıkardı, dikledi, sanki o gün içkiyi bırakacakmış gibi. Bir yerlerden başlamak gerekliydi söze. - Biliyor musun, ben sana hiç de az değilim, çünkü söylediklerimiz pek önemli değil...Söylemediklerimiz ve ağzımızdan kaçırdıklarımız var... Havada dondu kaldı adamın dedikleri. İkisi bir süre boş boş adamın dediklerine baktılar, birbirlerine sezdirmeden, birbirlerine bakmamaya özen göstererek, bunu birbirlerine belli ederek. Bir özgür simitçi geçti adamın dedikleriyle oturuşları arasından. Adam sigara çıkardı. Yakılındı. Aynı anda üflediler dumanlarını. Dumanları birbirine karıştı, dumanlar dondu kaldı karşılarında, dumanlar cürmü meşut, dumanlar hüzün dağları adamla Üsküdar arasında, kadınla Kız kulesi arasında, adamla kadın arasında. - Hiç bir şey daha söyle, kalkalım! dedi adam kırgınca, sigarasını denize attı. - Neden hep böyle mutsuzsun? Ya da öyle olmaya uğraşıyorsun? sözleri döküldü kadının tavşan ağzından. Kimbilir ne demek istiyordu? Kimbilir neler düşünüyordu. Devrilen bir şarap şişesi gibi döküldü cümle, ne denli silsen de silinmez devrilme. - Kalkalım! demeden kalktı adam. Kalktılar. Yürümeyi yapıştırdılar demin yırttıkları yerden. Adam yola ettiği eziyeti inceliyor, kadın çok sevdiği ayakkabılarını birbirine değişik açılarda basarak kimbilir dansı adımları deniyordu. Çirkin beton bir elektrik direği geçti aralarından. Ne kadar yürünse ne olur bu yol? Adam adımlarını yavaşlattı. Kadın hızlanıyordu ve ardına bakmıyordu. Sanki uzun süredir birlikte yürümüyorlardı. Adam durdu, kadın gidiyordu. Adam karşı kaldırıma geçti, geri döndü. Sıfırdan başladı yürümeye. Yol aynı yol, ısırganlar sanki daha sevecen. Hem kundura boyacısı hem hüznünün işportacısı bir çocuk oturmuş yolun kıyıcığına gülümsüyordu. - N'aber? - İyi! - Gel oturalım şu çay bahçesine, parlat bakalım dul ayakkabılarımızı. - Yenge n'oldu? - Yolu sevdi, yürüyor. Kapıştılar cila kokusuyla konyak kokusu. Çocuğun eline büyük geliyor fırçalar, tam kavrayamıyor, kimi zaman birini düşürüyor, hemen o sırada öbür fırçayla boya sandığına bir iki vuruyor, yere düşen fırçayı havada bir iki döndürüp yakalıyor, sanki bu onun belirli bir numarasıymış gibi yapmaya uğraşıyor, can havliyle koyuluyor ayakkabıyı parlatmaya. Yaşı ondört. Gören altı, bilemedin yedi sanar. Gelişememiş. Niye gelişsin, gıdasız kalorisiz bir büyüme denemesi. Diyarbakır'dan gelmişler. Babası üveymiş. İlkini vurmuşlar Tophane'de. Okutmuyormuş yeni babası. - Okuma neymiş? Çalış, para getir ulan! demiş. Burnunun sümüğünü sildi boyacı çocuk. Ele sümük burna boya bulaştı. - Yeni baban ne iş yapıyor? - İçiyor! Havada dondu kaldı çocuğun sözcüğü. İkisi bir süre boş boş çocuğun dediklerine baktılar, birbirlerine sezdirmeden, birbirlerine bakmamaya özen göstererek, bunu birbirlerine hiç çaktırmadan ve hüznün yasalarının kapsamı dışına sarkmadan. Utana sıkıla bir fırt aldı adam konyağından, boyacı çocuk yanık ötesi bir türküye başladı kürtçe. - Sen okuma yazma biliyor musun? diye kesti çocuk türküyü. Adam doğal bir baş hareketiyle olumlu yanıt verdi. - Bana da öğretsene! - Boşver be çocuk, olduğun gibi kal. Çocuğun kapkara gözleri büyüdü kadife bir istek fışkırdı gözlerinden. - Ben senden boya parası almiim. Sen bana adımı yazmayı öğret. - Peki. Yalnız hep türkü söyleyeceksin. - Türkü kolay, söyleriz. dedi çocuk, yürek kakan bir gazele başladı. Zaman zaman şah damarı yerinden fırlayacak gibi, incecik boynu kızaran yerinden kopacakmış gibi oluyor, kara gözlerini devirip denize bakıyor, deniz oralı olmuyor, çocuk denize küsüp gene adama dönüyordu. Kalktılar. Çocuk boyundan büyük sandığını sırtladı. Isırganların yanından yürümeye başladılar. Köşedeki bakkaldan bir defter, bir kurşun kalem, bir silgi aldılar, hiç konuşmadan, çocuk büyük bir adam gibi, adam küçücük bir çocuk gibi yola koyuldular. Arkadaşsız yürünmüyor ısırganlı yol.
Diğer Ferhan Şensoy Sözleri ve Alıntıları
- Saçlarımı çok söylediler, kestim kökünden. Yusyuvarlak bir başla dikildim karşılarına, ürktüler. Saçlarımı çok söylemişlerdi. Bilmem biliyorlar mı, uzayacak saçlarım ve çok ürkecekler.
- Atatürk'ün Kıyağı
Demokrasi sözcüğünü herkes sevdiği bir sakız gibi, ağzının istediği oyuğunda çiğniyor, kimisi balon yapıp patlatıyor. Patlatır patlatır, demokrasi bu, boru değil ki.
Bir ırz düşmanı açısından bakıldığında, yolda gördüğü ve oylumlarını beğendiği her kadının zart diye bir kırmızı ışık dibinde ırzına geçilebilmeli. Irz düşmanı ismiyle yanlış kodladığımız adam, çünkü kendisi bir şeyin düşmanı değil, kadın cinsel organlarının ve çok sevdiği kendi cinsinin organının aşığıdır, içinde ırza geçme özgürlüğü bulunmayan demokrasiye, demokrasi mi der? Bir hırsız için demokrasi, özgürce çalabilmektir. Erbakan'ın demokrasiden anladığı, her kilometrede bir imam-hatip okulu açılmasıdır.
Biz demokrasi için kavga vermiş bir millet değiliz. Atatürk'ün zoruyla, çünkü o zorlamasa kimsenin aklına böyle bir kurtuluş savaşı da gelmiyor, bir bağımsızlık kavgası yaşamışız. Bunun sonucunda Atatürk, istese çok yakışıklı bir padişah olabilecekken, bize dev bir kıyak yapıp demokrasiyi armağan etmiş.
Armağan, hele ne olduğunu bilmediğimiz bir şeyse bizim için bir değer oluşturmaz. "Size Sidney'den bumerang getirdim efendim!" Diye paketi uzatan dostunuza boş boş bakarken, hıyarağa getire getire ne getirmiş, diye düşünebilirsiniz. Böyle abuk hediyeler aldığımız ve nereye koyacağımızı, ne yapacağımızı bilemediğimiz çok olmuştur. Oysa sahip olmak için uğraştığımız, didindiğimiz güç bela edindiğimiz şeyler, bir bisiklet, bir cep telefonu, bir walk-man bizim için ne kadar değerlidir.
Bu yüzden Atatürk tarafından bize bir demet çiçek olarak sunulan demokrasinin değerini ve ne olduğunu bilmiyoruz. - Gemi yolculuğu boyunca aklım onlarda. O ekmekler bitince ne yiyecekler? Bu yolculuklara gitmesem onlara doğranacak ekmeği hangi parayla alacağım? Onlar bunu bilmiyorlar. Direnin, ondört gün sonra geliyorum sevgili kumrular. Onlardan başka hiçbir şeyim kalmadı hayatta. Onbeş gün boyunca burada beni bekleyecek, Özleyeceğim birileri var. Bu bumburuk ve fakat çok güzel, pek yaşamadığım bir duygu. İyi ki kumrularım var.
- Yemek dağıtımı başladı ucagimizda. Once birinci siniflar sonra biznes siniflar sonra siradan yolcular en son biz sigara icen adiler. On siralar kahve konyak muhabbetine gectiginde biz yemege basliyoruz. Olsun biz de fosur fosur sigara iciyoruziciyoruz o kerizler icemiyorlar. Sigarasiz kahve konyak icsen ne olur icmesen nolur hiyaraga! Cok aciyorum bu sigara icmeyenlere!
- "Gecikirse ki müdürler genelde gecikirler, müdür olmak onlara gecikme hakkını verir, o zaman siz de gider Muhtasar hanımla biraz lak lak yaparsınız ve fakat Muhtasar hanım yerinde değilse ki genelde değildir, o zaman n'olucak?"
- "Bir canlıda 'varolan psikolojik etmenlerin tümüne' bilinçaltı deyip çıkıyor işin içinden Sigmund Freud. Bir beyaz rus kadın yüzünden ustası Freud'la kanlı bıçaklı olan C.G.Jung ise bu tanımı daha da karmaşıklaştırarak, bilinçaltının bizzat bilincin içinde fing atan, psişik bir olgu olduğunu ileri sürüyor."
- "Ayıkla bilincin taşını."
- "Hiç bir okul, mesleğinin erbabanı mezun etmez, o mesleği seçmeye niyetli adaylar yetiştirir."
- "Dostluklar meyhanelerde perçinleniyor. İçmeden sevemiyoruz birbirimizi. Çok insancıl bir durum değil yani, ayık halimiz."
- "Ortada bir yobaz ordusu var. Avcılık ruhları da şiddetle gelişmiş, hiç aba gitmemekle birlikte, hepsinin pompalı av tüfeği var. Bir gün hep birlikte ava çıkacaklar. Biz de av olarak, salak salak dolaşıyoruz ortalıkta."