- O gün Yusuf bütün cesaretini toplayıp bunları kibar bir dille Leyla'ya sordu. Niye üzüldüğünü anlamak istedi. Leyla Hanım bir ağacı göstererek,"Bak Yusuf"dedi, "erik ne kadar da büyümüş. Buraya dikildiği günü sen hatırlarsın. Nasıl da cılız bir fidandı. Şimdi bak,nerelere uzanmış."
- ... İnsanları konuşarak tanıyamazsınız. Konuşmak, canlı yaratıklar arasındaki en etkisiz iletişim aracı. Dil yalan söylüyor, olanları çarpıtıyor, insanlığın hiç bıkıp usanmadığı klişeleri tekrarlıyor. Bu yüzden, insanları dinlemek onları anlamak için yeterli değil.
- Ben ömrüm boyunca bir köpek olarak yaşamıştım ama artık kesin kararım, bir kediye dönüşmekti. Kedi olacaktım. İşte yazarım bilemediği en temel konulardan biri buydu. Artık hayatımda bir köpek olarak yaltaklanmalara, bağlanmalara, başkalarını kendime bağlama çabalarına, başını okşatmaya, sevgi ve sıcaklık ihtiyacı içinde insanların bacaklarını sürünmeye, kuyruğunla birlikte tüylü kıçımı da sallayarak sevimli görünmek gayretini hiç yer yoktu. Uzun zaman önce bırakmıştım bunları. Köpek olduğum yıllarda hepsini yapmıştım, hem de fazla fazla; ama bu beni felakete götürmüştü. Ölümün kıyısına gelmiştim. Ölümün kıyısı, ölümün kendisinden daha feci bir şeydir, bunu yaşayarak öğrendim. Bağlanmalar yüzünden aklımı kaçırmanın kıyısında dolaşmıştım uzun süre. İçime karanlık yerleşmişti: Bir türlü söküp atamadığım, kusamadığım, çıkaramadığım bir koyu karanlık. Aşağı yukarı bir ay süren kusma dönemimde bile bu karanlığa boşaltamamıştım. Hep içimdeydi o. Sigourney Weaver'in oynadığı filmdeki yaratık gibi bir gün karnımı yarıp dışarı çıkmasını bekliyordum ama bu hiç gerçekleşmiyordu. O dönemde yaşamayı unutmuştum sanki. Bunu birinin hatırlatması gerekiyordu. " Nefes almam gerek!" diye düşünmesem nefes almayacaktım. Bütün bunlar bir köpek gibi bağlanma, sevgi ve merhamet dilenmem yüzünden başıma gelmişti. İnsan denilen yaratıklara ilişkin düşüncelerimin yanlışlığı yüzünden. Dünyayı aydınlık ve sıcak, merhametli bir yer gibi düşünmem yüzünden. Bütün köpekler saftır zaten. oysa şimdi bir kediyim ben: uzak, denetimli, soğukkanlı ve güçlü bir kedi. Eski Mısır'da, Beni Hassan'da yapılmış üç yüz bin kedi mumyasından biriyim: Onlar kadar soğuk, onlar kadar güçlü ve mağrur.
- Ben ömrüm boyunca bir köpek olarak yaşamıştım ama artık kesin kararım, bir kediye dönüşmekti. Kedi olacaktım. İşte yazarın bilemediği en temel konulardan biri buydu. Artık hayatımda bir köpek olarak yaltaklanmalara, bağlanmalara, başkalarını kendime bağlama çabalarına, başını okşatmaya, sevgi ve sıcaklık ihtiyacı içinde insanların bacaklarına sürünmeye, kuyruğumla birlikte tüylü kıçımı da sallayarak sevimli görünmek gayretine hiç yer yoktu. Uzun zaman önce bırakmıştım bunları. Köpek olduğum yıllarda hepsini yapmıştım, hem de fazla fazla; ama bu beni felakete götürmüştü. Ölümün kıyısına gelmiştim. Ölümün kıyısı, ölümün kendisinden daha feci bir şeydir, bunu yaşayarak öğrendim. Bağlanmalar yüzünden aklımı kaçırmanın kıyısında dolaşmıştım uzun süre. İçime karanlık yerleşmişti: Bir türlü söküp atamadığım, kusamadığım, çıkaramadığım bir koyu karanlık. Aşağı yukarı bir ay süren kusma dönemimde bile bu karanlığı boşaltamamıştım. Hep içimdeydi o. Sigourney Weaver'in oynadığı filmdeki yaratık gibi bir gün karnımı yarıp dışarı çıkmasını bekliyordum ama bu hiç gerçekleşmiyordu. O dönemde yaşamayı unutmuştum sanki. Bunu birinin hatırlatması gerekiyordu. " Nefes almam gerek!" diye düşünmesem nefes almayacaktım. Bütün bunlar bir köpek gibi bağlanma, sevgi ve merhamet dilenmem yüzünden başıma gelmişti. İnsan denilen yaratıklara ilişkin düşüncelerimin yanlışlığı yüzünden. Dünyayı aydınlık ve sıcak, merhametli bir yer gibi düşünmem yüzünden. Bütün köpekler saftır zaten. Oysa şimdi bir kediyim ben: Uzak, denetimli, soğukkanlı ve güçlü bir kedi. Eski Mısır'da, Beni Hassan'da yapılmış üç yüz bin kedi mumyasından biriyim: Onlar kadar soğuk, onlar kadar güçlü ve mağrur.
- Her gece kahveler taranıyor, otobüs duraklarında bekleyen insanlara ateş ediliyor, yazarlar, üniversite hocaları, emekli politikacılar, gazeteciler katlediliyordu. Kentin karanlığı daha da artmıştı sanki ama bütün bunlara rağmen hayat devam ediyordu. ... Herkes korkuyordu ama yine de yaşamını sürdürüyordu. ( Ülkem bu hallere düşmez umarım bir daha, her ne kadar iç açıcı olmasa da durum..)
- Neden diğer çocuklar gibi olamıyordum bir türlü? Neden onlar gibi saldırgan, neşeli, vurdumduymaz ve oyuncu değil idim. Ömrüm boyunca peşimi bırakmayacak içe dönüklüğün ve diğerlerinden ayrı olduğumu duyumsamanın ilk belirtileriydi bunlar.
- "Eğer politikacılar bu kadar iğrenç olmasalardı!" Diye tekrarladım. " Mercimek kadar beyinleriyle ülkeyi mahvetmeseler, toplumun doğal dengelerini bozmasalardı. Muazzam salaklıklarına bakmadan toplum mühendisliğine soyundular ve sonuçta ülke elimizden kayıp gitti."
- ..., yaşlı adamdan ayrılıp odasına gitmek üzere uzun koridorda yürürken ölüme yakın bir adamdaki geleceği tasarlama gücüyle, geçmişe takılıp kalmış ve hiç bir hayali olmayan kendisi arasındaki derin çelişkiyi düşünmeden edemedi.
- "Yanlışa karşı çıkıyorum ama doğruyu gereken güçte savunamıyorum "demişti. "Ben biraz korkağım galiba!" Karısı onu "Bütün entellektüeller korkak olur!" diye teselli etmişti. "Çünkü korku düş gücünden kaynaklanır."
- Kendi deyimiyle "iki boksörden birini tutmak zorunda olmadığı"nı anlatmaya çalışıyordu hep.Bütün dünya boksörlere bakmaktan hakemleri, yani oyunun kurallarını kimin koyduğunu unutuyordu. Toptan katılmalara karşıydı, kimsenin kendi yerine düşünmesini istemiyordu. Sistemleri aşan bir bireysel özgürlük arayışı ve onuruna sahip olduğunu düşünüyordu ama ne zaman kendi kafasıyla düşünme özgürlüğünü savunsa düzen koruyucularının da düzen yıkıcılarının da karşısına dikildiklerini görüyordu.