- "... Çünkü insanları konuşarak tanıyamazsınız. Konuşmak, canlı yaratıklar arasındaki en etkisiz iletişim aracı. Dil yalan söylüyor, olanları çarpıtıyor, insanlığın hiç bıkıp usanmadığı klişeleri tekrarlıyor. Bu yüzden, insanları dinlemek onları anlamak için yeterli değil."
- Varlığımın bir anlamı var mıydı ki, yokluğumun olsun? Her şey rastlantısal mı, yoksa ilahi bir plana göre mi işliyor? Tasarladım mı, tasarlandım mı; bir düş mü görüyorum yoksa başka birinin düşü müyüm; daha doğrusu düşümde, başka birini düşleyen birinin gördüğü düşteki- sonsuza kadar uzatılabilecek sayıda bir ayna oyunu muyum? Sayfa:462
- O sesimsi şey - ses diyeceğiz artık ona, çünkü başka dünyavi sözcük yok bunun için-başının ağrıyıp ağrımadığını soruyor, Zehra "Galiba" diye cevap veriyor; "sanırım ağrıyor." O ses gülüyor, "Anladım" diyor, "çünkü bu ağrıyı bilirim. "Nereden bilirsin" diye soruyor Zehra. Ses, "Çünkü benim de başım ağrımıştı" diye yanıtlıyor onu. Zehra'nın kafasının içindeki konuşma devam ediyor. "Ne zaman ağrımıştı? "Darbe aldığım zaman" "Ne darbesi? "İsyan sırasında başıma aldığım darbe." "Cop mu, gaz kapsülü mü, TOMA mı? Sayfa: 15
- Ben ömrüm boyunca bir köpek olarak yaşamıştım ama artık kesin kararım, bir kediye dönüşmekti. Kedi olacaktım. Artık hayatımda bir köpek olarak yaltaklanmalara, bağlanmalara, başkalarını kendime bağlama çabalarına, başımı okşatmaya, sevgi ve sıcaklık ihtiyacı içinde insanların bacaklarına sürünmeye, kuyruğumla birlikte kıçımı da sallayarak sevimli görünme gayretine hiç yer yoktu. Uzun zaman önce bırakmıştım bunları.
- Gün kavuşurken köye bir adam geldi ve peygamber olduğunu söyledi. Köylüler adama inanmadılar, "İspat et!" dediler. Adam karşılarındaki eski suru gösterdi ve "Eğer bu duvar konuşur ve benim peygamber olduğumu söylerse inanır mısınız?" diye sordu. Köylüler, "Elhak, inanırız!" dediler. Adam duvara döndü ve elini uzatarak, "Konuş ya duvar!" buyurdu. Bunun üzerine duvar dile geldi ve şöyle dedi: "Bu adam peygamber değildir. Sizi kandırıyor. Peygamber değildir."
- "Efendim merhametliydi, ama bu herkesin ondan korkmasına engel değildi. Kendisinden önceki padişahlar gibi, tahta çıkar çıkmaz hanedanın erkek üyelerini boğdurtmamıştı o. Merhametli yüreği böyle bir zulmü kaldıramayacak kadar yüceydi. Elini akraba kanına bulamadı. Bunun yerine, nizam-ı alem için, onların gönül gözlerini açmakla yetindi. Bir gün saltanatla kan bağı olan herkes bir araya toplandı ve birer birer gözlerine mil çekildi. Kundaktaki bebekler bile kızgın şişlerle kör edildi. Böylece dünya gözleri kapanırken, gönül gözleri açılmış oldu. Efendimin merhameti sonsuzdu."
- Evladım, şimdi senin bunu anlaman zordur ama bizler Türk'ü, Kürt'ü, Müslüman'ı, Ermeni'si, Rum'u, Yahudi'si, Bulgar'ı, Sırp'ı, Arap'ıyla tek millettik. Büyük devletler bizi yıkmak için hepimizi birbirimize düşürdüler. Kardeşi kardeşe öldürttüler. Senin şimdi okuduğun lise 1915 yılında hiç mezun vermedi. Neden biliyor musun? Çünkü bütün talebeleri; Türk'ü, Yahudi'si, Ermeni'si, Rum'uyla Çanakkale'de şehit düşmüştü. Savaş, kahrolmak demektir oğlum. Açlık, susuzluk, dizanteri, hastalık, aklını oynatmak demektir. Gece gündüz burnuna dolan ölüm kokusundan yıllar boyu kurtulamamak demektir. Sayfa: 41
- Hayatın özü, büyük sırrı; olmazsa olmazı: unutmak. Eğer unutmak diye bir şey olmasaydı, yaşam da olmazdı. İnsan unutmadan hayatını sürdüremez.
- Bir gün içinde iki romanı da okumuş olmasına şaştım doğrusu, bunu da ona söyledim. "Okumak derken..." "O kitapları demek istiyorum, onların birini bile bir günde okuyamaz insan." "Onca sayfa okunur mu hiç ya? Özetlerine baktım." Bunları söylerken kucağındaki iPad'i işaret ediyordu. O zaman hayatı, aşkı, ölümü, felsefeyi, edebiyatı 140 karakterlik tweet'lerle ifade eden bir kuşakla konuştuğumu daha derinden kavradım. Aramızdaki uçurum kapanmayacak cinstendi.
- 'Dünyanın kötülerle dolu olduğunu düşünüp küsme, herkesin iyi olduğunu düşünüp hayal kırıklığına uğrama! ''