- Yüreğin taşır götürür seni.Bana göre bütün insanlar,yüreklerinin sesine kulak verip yürürlerdi çünkü.
- Başkalarının bize biçtiği değer,kendi gözümüzdeki değerlendirmeden daha önemli.Yani varlığımızı,dışarıdan nasıl algılandığımız sorusu üzerine kuruyoruz,ne olduğumuz sorusu üzerine değil.
- Yaşamımın bana öğrettiği en önemli gerçek şu:Türkiye iyi niyetli insanlara göre bir ülke değil.Bir Anadolu türküsünün dediği gibi:""Bizde adet böyledir/Güzeli ağlatırlar çirkini söyletirler." Zaten hep böyle olmadı mı?
- Okullar, çocukları ezen, işkence yerleridir. Buna karşın bu cehennem döngüsünü kırmak üzere Türkiye'de Köy Enstitüleri deneyi olmuştu.Bu enstitülerin amacı okulu köye getirmek değil üreterek öğrenmek, üreticilerin deneyimlerinden yararlanmaktı.Doğada yaşayarak, yaşamı elleriyle, gözleriyle öğrenmek.
- Moskova'dan apayrı bir dünyaydı burası.Aytmatov'un romanlarında okuduğumuz, gözlerinin içi gülen, dürüst, aydınlık yüzlü, iyimser insanlar çalışıyordu bahçelerde.Bizi görünce gülümseyip selam veriyorlardı.Ne kurda benziyorlardı ne de başka bir şeye.Hiç de yırtıcı, barbar bir görünüşleri yoktu.İnce, kibar, bilgelik dolu, geleneklerine bağlı insanlardı.Türkiye'de sertlik ve kan masallarıyla büyütülmüş onca gecin buraya gelip bu dost insanları görmelerini isterdim.
- Hangi kökenden gelirse gelsin bu ülkede yaşayan herkes az ya da çok köylüdür. "Rus'u kazı, altından Tatar çıkar" sözünü hatırlayarak, "Türk'ü kazı, altından köylü çıkar" demek mümkün. Bugün kentli sayılanlarla köylü sayılanlar arasındaki ayrım, kaç kuşak önce köyden çıktıklarıyla ilgilidir.
- Genç gazeteci Yaşar Kemal, "Paşam" diyor "sizin Balıkesir'e girememeniz demokrasinin yenilgisi anlamına gelir.Gelin bunu zafere dönüştürün." Fakat İsmet Paşa, yurttaş kanı dökülmesinden çekinerek Bursa'ya doğru hareket ediyor. "Gel Gökçeli" diyor,"benim arabayla gidelim, konuşuruz." Böylece Paşa'nın makam arabasına binen Yaşar Kemal, Orhaneli'ne girerken yaşanan trajedinin de tanığı oluyor. Kasabanın girişine iki sıra dizilmiş olan Orhaneli halkı Paşa'nın arabasını domates yağmuruna tutuyor.Kıpkırmızı domatesler gelip arabanın camında ve kaportasında patlıyor. Kasabayı geçtikten sonra arabayı durduruyorlar.Paşa iniyor ve siyah otomobilin, çürük domateslerden kıpkırmızı kesildiğini görerek müthiş üzülüyor. Otomobil yıkanırken Yaşar Kemal'e dönüyor ve "Bak Gökçeli" diyor, "ben Sakarya muharebesinden sonra Orhaneli'ne girerken halk atımın göğsüne kadar yükselen bir çiçek yağmuruna tutmuştu." Ve genç gazeteci gözyaşlarını tutamayarak ağlamaya başlıyor.
- 13 yılını hapiste geçirmiş olan Nazım Hikmet de Mustafa Kemal hayranıydı, o dönemin diğer yazar ve şairleri de. Atatürk'ü eleştirerek, hatta hakaret ederek "aydın olma" modası, o dönemin yurtsever entellektüellerinde yoktu. Çünkü Mustafa Kemal Paşa, Anadolu'daki kadın ve erkeklerin üzerine çökmüş olan Ortaçağ karanlığını yırtıp atmış bir kahramandı, devrimciydi.
- Fanatizmin en korkunç yani, insanı akıldan ve muhakeme gücünden yoksun bırakması. İnsanoğlunun eğlence ve beden hareketi olsun diye icat ettiği top oyunları yüzünden cinayet işlemek ancak böyle bir ruh haliyle mümkün oluyor. Ya da dünyaya şefkat ve iyilik getirme iddiasında olan ve insanları günah işlemekten alıkoymaya çalışan din yüzünden katliam yapılması, ancak fanatizmle sağlanabiliyor.
- Hem dünyada olup bitenlerle ilgilenmiyor hem de bizimle ilgilenmeyen dünyaya kızıyoruz. Oysa dünyanın bizi tanıması için, öncelikle bizim dünyayı tanımamız gerekmiyor mu?