- Güneş herkese aynı ışığı dağıttığı halde kuvveti ellerinde tutanlar bizim ondan kendileri kadar istifade etmemize hayret ediyorlar, buna müsaade etmek istemiyorlar. Zannediyorlar ki, herhangi bir tesadüfün bugün kuvveti onlara vermiş olması bizim bu havayı daha az teneffüs etmemiz, bu güneşte daha az ısınmamız için bir sebeptir.
- Dünyada kuvvetlinin ve zayıfın, akıllının ve budalanın, faziletli olanın ve sefilin aynı derecede malik oldukları bir hak vardır: Yaşamak hakkı! Hiçbir meziyet, hiçbir kuvvet bu hakkı birisinden alıp diğerine verme hakkına sahip değildir.
- Ne yapacağımı,bu halin beni nereye götüreceğini sorma, bende artık kuvvet yok, akıl yok, düşünce yok, yalnız aşk var. Mavzer kurşunu gibi çarptığını yere seren bir aşk...
- Gitgide daha kuvvetlenen keskin bit gübre kokusu beni daha çok buraya yaklaştırdı. Köy yaşayan, çalışan bir mahlûktur ve bu koku onun ter kokusudur. Dünyada hiçbir koku beni bu kadar saramamış, kafamdan birbiri arkasına bu kadar çok hatıralar yuvarlayıp geçirmemiştir. (S: 8)
- Maarif müdürü bana kızgınmış. Ben köylülere Teşkilatı Esasiye Kanunu?nu okumuş, anlatmıştım. Kadastro ?da işi olan bir köylü bir istida vermiş, bir müddet sonra da cevap istemiş. Ne cevabı, denince: ?Basbayağı cevap vereceksiniz! Mecbursunuz! Kanun var!? diye dayatmış. Sormuşlar, araştırmışlar, kanunun benden öğrendiğini anlayınca maarif müdürüne şikâyet etmişler. Hele bu yol işleriyle bu kadar uğraştığıma kızanlar pek çok. Bir alakaları olduğundan değil, iş olsun diye kızıyorlar. Benim öğretmen olduğum köyde oldukça zengin bir Rüstem Ağa var. Şehirde arabacı dükkânı işletiyor, yaylıları, kağnıları tamir ediyor. Bunu istida veren köylere gidip benim aleyhime sözler söylediğini duydum. Pek şaşmadım. Bütün teşebbüslerden henüz bir şey çıkmadı. Ara sıra bu işin arkasını bırakacak oluyorum. (Çünkü hükümetteki, hele nafıadaki memurlar benimle açıktan açığa alay ediyorlar.) Fakat akşamları köyde, istasyondan dönen arabaların, kağnıların ve zavallı hayvanların halini görünce içim acıyor. Kendi kendime: ?Başladığın işi yarıda bırakma iki gözüm, sana yakışmaz!? diyorum. (S. 9)
- Hala bir şey çıkmadı? Galiba bu yolu yapmayacaklar. Köylü de bana yardım etmiyor. Pek ölü mahlûklar? Belki de pek akıllı mahlûklar da, boşuna yere uğraşmak istemiyorlar. İçimde şevk kalmadı. İnsana birkaç kelime ile cevap verebilseler neyse, fakat ne evet, ne hayır!... Sanki bu istidaları ses vermez derin bir kuyuya atmışız? Akşamları köyün yanı başındaki sırta çıkarak uzakta tozlara bulanıp uzanan yolu seyrediyorum. Bazan tozdan bembeyaz olmuş ve üstüne sepetlerle denkler sarılmış bir kamyon görünüyor, bir bataklıkta dizlerini kaldırıp indirerek yürüyen bir insan gibi ileri geri sallanarak, yıkılacak gibi olarak, ağır ağır ilerliyor. Bu o kadar üzücü bir manzara ki, tekniğin en son ifadelerinden biri olan bu makina ile dünyanın bu en iptidai yolunun mücadelesini görmemek için insan gözlerini kapıyor. Bazan koşup yolu avuçlarımla düzeltmek, orada hiç olmazsa beş on metrelik bir yeri bir ?yol? haline koyarak kendi hisseme düşen vazifeyi yapmış olmak istiyorum. (S. 10)
- -"Şimdi ben gidiyorum. Fakat ne zaman çağırırsan gelirim..." dedi. Evvela ne demek istediğini anlamadım. O da bir anda durdu ve ilave etti; -"Nereye çağırırsan gelirim!"
- Her şeye hazır bulunan ve kimden ne gelebileceğini bilen bir insanı sarsmak mümkün müdür? (Sayfa, 23)
- Hiç geçmeyen,hiç unutulmayan şeyler de var, beyefendi! Ölünceye kadar insanın sırtından atamayacağı şeyler de var..."
- "Seni seviyorum... Deli gibi değil gayet aklı başında olarak seviyorum."