- "bereket versin, anadolu'nun bu yalnız kendisine mahsus dertleri yanında bunların gene yalnız kendisine mahsus çareleri vardır. bunlardan en birincisi "rakı"dır."
- "ikimiz de aynı şehirdeyiz ve birbirimize varmamız için yarım saatten daha az bir zaman yeter. buna rağmen o orada ben buradayım. neden? sebep yok... ben burada ne yapıyorum? kendimi ve etrafımdakileri sıkmaktan başka ne işim var? onun da orada pek lüzumlu şeylerle uğraşmadığı muhakkak. böyle bir günde oturup piyanoya çalışacak değil ya... dünyada şimdi onunla yan yana bulunmamamız kadar mantıksız ve lüzumsuz ne vardır acaba? hayat bir tesadüfler silsilesi imiş, âlâ! fakat tesadüfün de kendine göre bir mantığı olmalı değil mi ya?"
- "Şu dünyayı adamakıllı görmeden, dünyanın ne olduğunu adamakıllı anlamadan buradan gidecek olduktan sonra ne diye buraya geldik sanki? Yaşadığımızın farkına varmayacak olduktan sonra ne diye yaşıyoruz? ?
- Bu akşam anladım ki, bir insan diğer bir insana bazen hayata bağlandığından daha çok kuvvetli bağlarla sarılabilirmiş...
- ?Tahmin etmiyorum ki senin bulunduğun yerler buradan daha aydınlık olsun. Buraya gelmek, tekrar başını göğsüme koymak, ellerini böyle yumruk yaparak avucuma vermek istediğin anlar olacaktır. O zaman hiç düşünmeden gel?
- Bir kitabı okurken geçen iki saatin ömrümün birçok senelerinden daha dolu, daha ehemmiyetli olduğunu fark edince insan hayattının ürkütücü hiçliğini düşünür ve yeis içinde kalırdım.
- O soluk insan yüzüne kitaplar dolduracak kadar çok manalar varmış, onda hakikatle asla mevcut olmayan vasıflar bulmuştum.
- Hayır, rızkını vermediğimiz, veremediğimiz müddetçe ne çocuk, ne nüfus isteyemeyiz. Karnını doyuramadığımız, sıhhatini koruyamadığımız, tahsilini temin edemediğimiz her çocuk, "Bu memlekete yüz milyon lazım" diyenlerin gözüne, onları gaflet uykularından uyandırmak için sokulmuş birer parmaktır. Bize yarının hastanelerini, darülacezelerini, cezaevlerini dolduracak, cahil, mesleksiz, serseri yüz milyonun lüzumu yok! Bize, insan gibi yaşamak, hayatın nimetlerinden istifade etmek imkanlarına, hiç olmazsa bu sakat tedbirleri tavsiye edenler kadar sahip yirmi milyon vatandaş, daha faydalıdır. Bunun için işi kabuğundan değil, çekirdeğinden ele almak, evvela bu memlekette sefaletle, cehaletle içtimai müsavatsızlıkla, hulasa bütün gerçek taraflarla hep birden mücadele etmek lazımdır. Hiç bir içtimai mesele tek başına var olamaz, hepsi birbirine zincirleme bağlıdır. Zincirin bir halkasını ele alıp üst tarafını unutursak, köylerde on çocuk doğurup bilgisizlik, bakımsızlık, sefalet yüzünden ancak ikisini yaşatabilen anaları, sıtmadan, veremden ölen, trahomdan kör olan yetişkinleri düşünmeden, "fazla çocuk doğurmuyoruz da ondan küçük ve geri millet olarak kalıyoruz!" diye bağırırsak, gülünç vaziyete düşmüş oluruz.
- Yalnız merak ettiğimiz bir tek cihet var: Evet, birçok şeyler kahrolsun, mahvolsun, yere batsın... Fakat ne yaşasın? Birçok şeylerin aleyhindesiniz. Gazete yırtıyor, kitap yakıyor, profesör ve rektör dövüyorsunuz. Fakat sevdiğiniz nedir? Neyin uğrunda, neyin lehinde bağırıyor, heyecanlanıyorsunuz? Bunu daha hiçbirinizin ağzından duyamadık. Evet, ikide bir "Yaşasın Türk milleti" diye bağırdığınız oluyor, ama bu Türk milletinin yaşaması için bir şey yaptığınızı, birazcık gayret sarfettiğinizi göremedik. Milletlerinin sahiden yaşamasını isteyen memleketlerde olduğu gibi, sizin rahatınızdan, maddi nimetlerinizden, keyfinizden, eğlencenizden fedakarlık ederek korkunç bir sefalet ve gerilik içinde kıvranan milletinizi yaşatmağa çabaladığınız duyulmadı.
- Hayatta hiçbir zaman kafamızdaki kadar harikulade şeyler olmayacağını henüz idrak edememiştim.