- Hayatım, ciddiye alınmasını istediğim bir oyundu.
- Ölmek bile, kendilerine böyle bir görev verilenlerin işidir.
- Syf 259
- "Kızı üzmüyorsun ya Hikmet?" diye mırıldandı Hüsamettin Bey. "Üzüyorum albayım. Sonra gidip ne diller döküyorum bilseniz. 'Neyin var canım?' filan diyorum. Daha neler söylüyorum. Gözlerine filan bakıyorum. Siz gerçekten doğru söylüyorsunuz albayım: Ben adam olmam. Ben, tek başıma yaşamalıyım; başkalarını zehirlememeliyim. Dama çıkıp ulumalıyım kurtlar gibi." "Kediler," dedi Albay; "Miyavlarlar." Hikmet gülümsedi; "Sizi de bu mizah duygusu kurtarıyor albayım." Ellerini iki yana açtı: "Ne yapalım? Şehir kurtları da yer darlığı dolayısıyla dama çıkıyor. Kendime engel olamıyorum: Yanımda sıcak bir varlık bulunca bencil oluyorum. "(...)
- Yazarların kahramanlarını neden baştan öldürmediğini şimdi anlıyorum albayım," dedi Hikmet. "Oyunun devamı güçleşti, değil mi Hikmet?" diye yorumladı bu sözü Hüsamettin Bey. "O zaman geriye dönmek gerekiyor ki; artık bu teknik de eskidi albayım; üstelik tiyatro seyircisi olayları yeni baştan öğrenmek istemez." Hüsamettin Bey ciddileşti: "Hemen anlaşılmakta iyi değildir; ileriye matuf bir yatırım her zaman faydalıdır." "Ya ilerde de anlaşılmazsa, ya gerçek bir beceriksizlikse?" "Zaten sen bilemeyeceksin bütün bunları. Endişe etme oğlum Hikmet." Hikmet biraz düşündü. "Oyunun sonunda Mills evlensin Monika ile, albayım," dedi sonunda. "Çünkü, susup beklemesini bilenler kazanır. Schlick'i de savaşta öldürmekten vazgeçelim; zaten eninde sonunda aklını kaybedecektir, bu gerileme daha fazla dayanamaz. Eskiden böyle kocalar, düelloda filan ölürdü; ben buna benzer bir filim görmüştüm. Şimdi kılıcın yerini ruh hastalıkları aldığı için, bu çeşit ölümleri tasvir etmek biraz teknik bilgiyi gerektiriyor. Schlick'in akıl hastanesindeki yaşantısını da anlatalım mı albayım?" Hüsamettin Bey elini tahtaya vurdu: "Oraya girmiş gibi konuşuyorsun Hikmet." "Girmesine girerim de albayım, çıkması zor olur diye korkuyorum. Bugünün doktorları, insanın delirdiğini çok kolay kabul ediyorlar da, iyileştiğine inanmakta biraz nazlanıyorlar. Bu akıl hastanesi, turnikeye benziyor albayım; hani tren istasyonlarında var ya." "Schlick'e fazla ehemmiyet vermiyorsun," diye itirazda bulundu Hüsamettin Albay. "Benim bildiğim, böyle bir girişten sonra piyesin kahramanı Heine olur." "Piyesin kahramını insanlıktı albayım, geçen gün, Bilge'yle kavgamızdan sonra öldü. İnsanlığın ölümüne ve karısı hakkında duyduğu kuşkuların baskısına dayanamayan Schlick de, bir gün karısını öldürdüğü kuruntusuna kapılarak, en yakın polis karakoluna teslim olur. Onun sözlerinden pek bir şey anlamayan komiser, kendisini bir polis refakatinde, emniyete gönderir. Tarihin sesi söylüyor bunları albayım."
- Peki Hikmetçiğim, dedi Sevgi. İnsanlar birbirini anlamadan da sevebilir. Her ırmağa istenildiği kadar girilebilir. Tecrübe insana bir şey kazandırmaz. Çok bilen çok yanılır damlaya damlaya göl olur. Saçmalama dedi Hikmet kendi kendine. Ben küçük burjuvaları sevmiyorum Sevgi. Kapı tokmağını da tamir etmek istemiyorum. Ne olur bir marangoz çağır. Ampulu değiştirmek için de elektrikçi gelsin. Seviştikten sonra yataktan hemen kalkmayalım. Hiç kalkmazdık zaten Hikmet. İçimiz kalkmasın demek istiyorum. Çok becerikli olmayalım: birbirimizin kusurunu görürüz o zaman. Zaten becerikli olacak gücüm yok Hikmet. Sen gideli çok zayıfladım. Biliyorum, yolda farkettim seni görünce. Belki bir çocuğumuz da olur Hikmet. Çocuk mu? Evet, öyle ya: Geride bir şeyler bırakmak gerekiyor. Her şey denenmeli. Yavaş yavaş. Evet, yavaş yavaş hamile kalırsın Sevgiciğim, çocuğu karnında iki yıl taşırsın. Hızlı bir gebeliğin gerilimine dayanamayacağımı hissediyorum. Birdenbire büyük bir karınla karşılaşmaktan korkuyorum. Sancı filan da çekme olur mu? Dünyada yeteri kadar acı var zaten. Kendimi çok yorgun hissediyorum. Yavaş yavaş doğur, olur mu? Çok yavaş seviştiğimiz bir günün sonunda hamile kalırsan bütün bunları başarırız belki. Çocuk da yavaş ağlasın. Yorgun yaşayalım dünyayı. Yorgun bir aşk olsun ilişkimiz. Bana iki aspirin ver, her tarafım ağrıyor. Evliliğimizin ilk günlerinde olduğu gibi fakat telaş eksik olsun: Durgun bir havuzun ılık sularına girer gibi... Uzun ve durgun bir yaşantı için aklımızı koruyalım. Çünkü Sevgiciğim, sen de biliyorusun ki, en büyük hazinemiz aklımızdır. Geliyorum Sevgi, yağmur dinsin geliyorum. İnsanların arasına sıkışmadan geleceğim, yavaş yavaş yürüyerek geleceğim. (...)
- Onlarda yalnız kaldılar. Deniz kıyısındaki evi tutmadıkları için, kimse denize girmek için mayosunu alıp, onlara gelmedi. Bahçeleri olmadığı için, içkimizle gelip bir sofra kuramayız mehtaba karşı, dediler. Ayrıca, onlar mutlulukların yalnız yaşamak istiyorlarmış, Sevgi öyle söylemiyor muydu, bırakalım yaşasınlar, dediler. Bırakalım istedikleri gibi yaşasınlar. Ve bıraktılar.
- Bir gün bütün değer yargıları değişecek ve yargılananlar yargıç, eziyet edenler de suçlu sandalyesine oturacaklardır ve onlar o kadar utanacaklardır ki utançlarının ve suçlarının ağırlığı yüzünden ayağa kalkamayacaklardır
- Ne gördün bütün kapıların birer birer kapandığı bu dünyada? Hangi kusurunu düzeltmene fırsat verdiler? Son durağa gelmeden yolculuğun bitmek üzere olduğunu haber verdiler mi sana? Birdenbire: "Buraya kadar!" dediler. Oysa, bilseydin nasıl dikkatle bakardın istasyonlara; pencereden görünen hiçbir ağacı, hiçbir gökyüzü parçasını kaçırmazdın. Bütün sularda gölgeni seyrederdin. Üstelik, "daha önce haber vermiştik" derler. "Her şeyin bir sonu olduğunu genel olarak belirtmiştik. Yaşarken eskidiğini ve eskittiğini söylemiştik."
- Bir insan eşyayı da suçlayamazsa, divana istediği gibi tekme atamazsa onun insanlığı nerede kalır?