- Gönlünde güneş olmayanlar gündüzü nereden bilecekti?
- Yürek denen hazine; görülmedik elmaslar, saçılmadık inciler, bilinmedik mercanlarla süslüydü. İsteyen oradan çıkardığı cevherlerden bir sevgi sarayı kurabilirdi. Oradan avuçladığı güzellikleri; şefkat, merhamet, iyilik olarak saçabilirdi. Kimi ise bu hazineyi sımsıkı kapatıp kilitleyerek toza, ise ve karanlığa terk ederdi. Hatice ilkini secmişti. Yürek hazinesi herkese açıktı.
- Başlangıç yolları bir olsa da gidiş yolları ayrıydı. Züleyha Yusuf'u kendi için sevmiş, kendi için istemişti. Hatice ise El-Emin'i Allah adına sevmiş, onun için istemişti. Onun hesapları nefis adına değildi. Dünyevi beklentiler çok ucuz ve sönük kalırdı. O gönlünü farklı bir sevdaya kaptırmıştı. Yüceler yücesi Allah'a ve Onun sevdiğini sevme tutkusuna tutulmuştu. Var oluş musikisinin en yekta bestesine ulaşabilme umuduyla doluydu. O yola baş koymuştu.
- Anlamış ki Kasım'ın gerçek sahibi yüce Allah, onu kendi katında ağırlayacak. Dünya sevgilerinin en lezzetlisi olan evlat sevgisini; Kasım gibi bir yavruyla tattırdıysa eğer Yaratıcısı önünde el pençe divan durmalıydı. Varsın ayrılık olsun adı. Hüzün olsa da kaygı olmayacaktı. Hasretin bukağıları yüreğini dagladıkça anlıyordu ki o acı kavuşmanın lezzetini artırmak içindi.
- O güne dek Ay' da yakaladığı çok hikmetler olmuştu. Sevgiyle karılmış hiçbir varlık sert değildi. Ay, Güneş ve diğerleri. Hiç birinde uç ve sivri bir nokta yoktu. Alemin Rahman olan Yaratıcısı varlığı yumuşak çizgilerle yaratmıştı. Böylesine tatlı bir var oluş karşısında boyun eğmek varken sert ve haşin olmak mümine yakışmazdı. Sivriliğe üç vermeden, daima yumuşak ve kavisli olmak ne güzeldi. Keskin uçları yontmalıydı insan.