Düşüncelerini tanıtmayı umursamıyor mu? Az bile: Nefret ediyor bundan. Düşüncelerini yayınlayan kişi başkalarını kendi gerçekliğine inandırmak, onları etkilemek ve böylece dünyayı değiştirmek isteyenlerin rolünü üstlenmek tehlikesini göze alır aslında. Dünyayı değiştirmek! Pontevin?e göre, korkunç bir niyet! Dünya bu haliyle mükemmel olduğu için değil kuşkusuz, ama her değişiklik kaçınılmaz olarak daha kötüsünü yarattığı için. Öte yandan ve daha bencil bir açıdan, günışığına çıkartılan her düşünce günün birinde sahibinin aleyhine döneceği ve onun düşünürken eriştiği hazzı elinden alacağı için. Çünkü Pontevin, Epiküros?un büyük tilmizlerinden biridir: Düşünce üretmesinin ve bunları geliştirmesinin bir tek nedeni var: Yaptığı işten haz duymak. Ona göre, neşe verici kötü düşüncelerin tükenmez kaynağı olan insanlığı kuşkusuz hor görmüyor, ama onunla yakın ilişkiye girmek konusunda küçücük bir istek bile duymuyor. Gaskonyalı Kahvesinde, çevresinde toplanan küçük bir arkadaş çetesi var, bu bir avuç örneklik insan yetiyor ona.
Konuşmak zaman doldurmak değildir, tersine, zamanı konuşma düzenler, zamanı yöneten konuşmadır ve uyulması gereken yasaları o koyar.
Yavaşlık ile anımsama, hız ile unutma arasında gizli bir ilişki vardır. Gözümüzün önüne en sıradan bir durum getirelim: Bir adam sokakta yürüyor. Birden bir şey anımsamak istiyor, ama anı uzaklaşıyor. O anda, kendiliğinden yürüyüşünü yavaşlatıyor. Buna karşılık, az önce yaşadığı kötü bir olayı unutmaya çalışan insan, hâlâ çok yakınında olan zamanda, sanki bulunduğu yerden hemen uzaklaşmak istiyormuş gibi elinde olmadan yürüyüşünü hızlandırır. Varoluşun matematiğinde bu deneyim iki temel denklem biçimine girer: Yavaşlığın derecesi anının yoğunluğuyla doğru orantılıdır; hızın derecesi unutmanın yoğunluğuyla doğru orantılıdır.
Fotoğrafın bulunmasından önceki ün var, bir de ondan sonraki ün var. XIV. yüzyılda, Çek Kralı Vaclav, Prag?ın hanlarına gitmekten, kimliğini gizleyerek halktan insanlarla sohbet etmekten hoşlanırdı. İktidarı, ünü ve özgürlüğü vardı. İngiltere Prensi Charles?ın hiçbir iktidarı, hiçbir özgürlüğü yok, ama uçsuz bucaksız ünü var: Ne balta girmemiş bir ormanda, ne de on yedinci yeraltı katındaki bir sığınağa gizlenmiş banyo teknesinde, kendisini izleyen ve tanıyan gözlerden kaçabilir. Ün onun bütün özgürlüğünü gövdeye indirmiş, ve şu anda şunu öğrenmiş bulunuyor: Günümüzde, ancak tam anlamıyla bilinçsiz insanlar ün tenekesini peşlerinde sürüklemeyi gönüllü olarak kabul edebilirler.
Seçilmiş olma tanrıbilimsel bir kavramdır ve şöyle bir anlamı vardır: İnsanın hiçbir yeteneği olmadan, doğaüstü bir kararla, Tanrının keyfi değilse de özgür iradesiyle, benzersiz ve olağanüstü bir şey için seçilmesi. Ermişler, en korkunç işkencelere dayanma güçlerini bir inançta buldular. Tanrıbilimsel kavramlar, kendi kendilerinin yansılamaları olarak yaşamlarımızın bayağılığına yansırlar; her birimiz çok sıradan yaşamının bayağılığından dolayı (az ya da çok) acı çeker, buradan kurtulmak ve yükselmek ister. Her birimiz bu yükselişe lâyık olduğu, Tanrının iyi kulu olduğu ve bu yükseliş için seçilmiş olduğu yanılsamasına (az ya da çok) kapılmıştır.
Hızın derecesi unutmanın yoğunluğuyla doğru orantılıdır. Bu denklemden değişik doğal sonuçlar çıkartabiliriz, örneğin şu: Çağımız hız iblisine teslim ediyor kendini ve bu nedenle kendisini kolayca unutuyor. Oysa bu savı tersine çevirip şöyle söylemeyi yeğliyorum: Çağımızda unutma arzusu bir saplantı haline gelmiştir, bu nedenle, bu arzuyu tatmin etmek için hız iblisine teslim olmuştur çağımız; kendini anımsamak istemediğini bize anlatmak için hızını arttırır; çünkü kendinden bıkmıştır; kendinden tiksinmektedir; belleğin küçük titrek alevini söndürmek istemektedir.
Örneğin, seçilmiş olma duygusu her aşk ilişkisinde vardır. Çünkü aşk, tanım olarak, hak edilmemiş bir armağandır; hak etmeden sevilmek, gerçek aşkın eksiksiz kanıtıdır. Bir kadın bana, ?Seni seviyorum, çünkü zekisin, çünkü namuslusun, çünkü bana armağanlar alıyorsun, çünkü zamparalık yapmıyorsun, çünkü bulaşık yıkıyorsun,? derse, hayâl kırıklığına uğrarım; bu aşkta çıkarcı bir yan vardır. Şöyle bir cümle duymak kimbilir ne güzeldir: ?Zeki olmamana, namuslu olmamana karşın, yalancı, bencil, alçak olmana karşın senin için deli oluyorum.? Belki de insan lâyık olmadan gördüğü ve bu nedenle var gücüyle bir hak olarak sahip çıktığı anne bakımı yüzünden ilk kez seçilmiş olma yanılsamasına kapılır. Eğitimin onu bu kuruntudan kurtarması ve hayatta her şeyin bir bedeli olduğunu öğretmesi gerekirdi. Ama genellikle geç kalınır.
Zorlama bir gülüş. Gülünç bir gülüş. O kadar gülünç bir gülüş ki gülmekten başka bir şey yapamıyorlar. Sonra gerçek gülüş geliyor. Patlayan, yenilenen, allak bullak olmuş, çığrından çıkmış, gülme patlamaları gibi nefis, görkemli ve delice gülüşler. Kendi gülüşleriyle kendi gülüşlerinin sonsuzluğuna varana dek gülüyorlar. Ah, gülmek! Sevinçle gülmek, gülmenin sevincini tatmak...
Bazıları bir anaforda döne döne ölüp gider, bazıları da bir çağlayandan düşerek ezilirler. İşte böyleleri, içerinde her zaman yitirilen halkanın gizli özlemini saklarlar, çünkü bizler her şeyin bir çember biçiminde döndüğü bir evrenin sakinleriyiz.
İşte fotoğrafı böyle gördüler ve bu fotoğraf, şu çok anlamlı çelişkiyi belirgin hale getirdi: bir yanda polis, sıra halinde yabancı bir birlik içinde (çünkü zorlanmış, emredilmiş), öteki yanda gençler çember oluşturarak gerçek bir birlik halinde (çünkü doğal ve içten) ve bu yanda polis, saldıran insanların hırçın hareketliliği içinde, öte yandakiler bir oyunun neşesi içinde.
Lawrence Durrell
Barış Müstecaplıoğlu
Tarık Tufan
Yılmaz Erdoğan
Doğan Yurdakul
Lale Müldür
Mürvet Sarıyıldız
Erol Çelik
İmam Gazali
Ryunosuke Akutagava