- Her şeyde, her işte olduğu gibi, yenilik davası güden herhangi bir ihtilalin başarı şartlarının başında ödev gelir.
Konfüçyüs mezhebinde Allah'ın bir sıfatı da vazife idi. Ödevini yapmayan, Allah'ı tanımayan bir cani, bir günahkâr olurdu.
Ödev bu kadar mukaddes bir şeydi.
Basit bir hakikat, fakat Vérité de la Palice gibi basit bir hakikat olmakla beraber, ödevini başarandır ki, mutlaka muazzez ve mutlaka hayatta başarılı olur.
Ödevini başaran milletler ise, bütün milletlerin üstünde olanlar, hiç değilse, "Ben varım!" diyebilenlerdir.
Bence, medeni milletlerin ayırıcı vasfı, disiplinli bir tarzda vazife başarılığıdır.
Bu vasıf ne kadar artarsa medeni kabiliyet de o nispette artmış, gelişmiş olur. - Zamanımızın arsıulusal dedikodularına, yumuşayıcı, gevşetici, dejenere edici propagandalarına kulak asmayınız. farmasonlar, komünistler vesaire istedikleri kadar dürüstlükten, insanlıktan bahsededursunlar, bilelim ki, bu dedikodulara, bu propagandalara inananlar, silahı ellerinden bırakanlar, esaret zincirini en önce boyunlarında taşıyacak olan bahtsızlardır ve bu doğrudur. Çünkü silahını bırakmakla, insanlık realitesinden ayrılmaktadırlar.
- Demir dikkatle Yıldırımın yüzüne baktı ve güldü. Çok hisli Yıldırım da buna alındı ve "Neye gülersin? Halime mi? Yarın sen de benim gibi olabilirsin. Bak bana. Bir saat önce Padişahtım şimdi senin esirin." dedi. "Allah göstermesin." diye söze başlayan Demir: "Ben senin haline hiç güler miyim! Gülümsememin nedeni şudur; meğer dünya çok pis bir yermiş. Ne sevinmeye ne de tiksinmeye değmezmiş. Eğer iyi bir yer olsaydı, Allah onu senin gibi kör'le benim gibi bir topala vermezdi..."
- Atatürk, Demir'i çok severdi onun kumandanlığına hayrandı. Bir gün Ankara savaşını harita üzerinde değerlendirirken: "Bakınız." dedi "Yıldırım, Demir'i öyle bir kıskaç içine almış ki, böyle bir kıskaçtan Demirhan'dan başka bir kumandan sıyrılıp çıkamazdı. O çıktı ve hasmını yendi." dedi ve ekledi: "Ben, Demirhan zamanında gelseydim, onun yaptığı işleri başaramazdım. O benim zamanımda gelseydi yaptıklarımdan daha büyüklerini başarırdı." Yıldırım'ı da bir askeri kahraman olarak severdi: "Büyük manevracıdır. Fakat Demirhan'ın yanında çocuktur. Korkusuz bir deli oğlandır."
- Atatürk Timur hakkında bir de piyes yazmış ve bunu Afet İnan?a dikte ettirmiştir. Afet İnan şu şekilde aktarmıştır: ?Atatürk bu piyesi yazdırırken hep Timur? konuşturdu. Paşam piyeste hep Timur konuştu, diğer şahıslar konuşmayacak mı diye sorunca, Atatürk?ün cevabı Timur varken başka kimse onun karşısında konuşabilir mi? olmuş.
- ''...Şu günlerde yeniden, Türk Hukuk İnkılâplarının yapıldığı günlerin ve o inkılâbı yapmış olanların, Atatürk'ün ve Mahmut Esat Bozkurt'un ruhuna, azim ve görüşlerine muhtacız. Prof. Dr. Kudret Ayiter 14.9.1966, Cumhuriyet İsviçre dağlarından Anadolu dağlarına, silâh omuzda koşan hukuk doktoru, serdengeçti Mahmut Esat Bozkurt, vatan hudutlarından fikir hudutlarına kadar her cephede döğüşe döğüşe, en son kalem elinde, Allahına kavuştu... ...Bir yanardağı toprağa gömüyoruz... Yusuf Ziya Ortaç 1943, Akbaba''
- "Tabular etkilerini yitirince öcü olurlar.." Atatürk son yıllarda, gittikçe artan bir sömürme konusu olmuştur. Bunun nedenleri arasında onun bir çeşit dokunulmaz hale getirilmesinin, dalkavuklar ve çıkarcılar tarafından bir tabu kılığına sokulmasının etkileri vardır. Tabular uzun müddet tabu olarak yaşayamazlar. Ya öcü olurlar, yahut da etkilerini yavaş yavaş yitirerek, önce bir sömürme konusu olur, sonra saldırılara uğrarlar. Ülkemizde Atatürk, bu ikinci döneme girmiş görünüyor. Her ne kadar düşmanları tarafından henüz kişiliği saldırılara uğramıyor ama, vaktiyle yerilmesi mümkün olmayan devrimlerine karşı, açık kapalı saldırılar başlamış bulunuyor. Herkes adını sömürme konusu yapıyor ve fakat devrimlerini çiğnemek suç sayılmıyor veya buna göz yumuluyor. O sadece gericiliğe karşı bir alternatif olarak düşünülüyor. Bugün artık onun devrimleri uğruna kendilerini tehlikeye atacak insanlar ve gençler hemen hemen yok gibi. Bugün Atatürk'ün adını ve devrimlerini kendilerine siper olarak kullananları şöylece sıralayabiliriz: 1. Atatürk ıskatçıları. Bunlar Atatürk hakkında birtakım anılar yazarak onun adını kendi kişisel çıkarlarına alet edenlerdir. Gün geçtikçe sayıları azalmaktadır. 2. Politikacılar. Bütün siyasi partiler Atatürk ve devrimlerine ister inansınlar ister inanmasınlar, onun adını kendilerine kalkan yapmakta birleşmektedirler. Birbirleriyle asla uzlaşmasına imkân olmayan siyasi partiler Atatürk'ü savunmak, onun gölgesine sığınmak konusunda anlaşmaktadırlar. Bu politikacılar Atatürk üzerinde herhangi ortak bir birleşmeye ulaşmış olsalar bu gerçekten olumlu bir şeydir. Fakat hayır, onlar, karşılıklı düşmanlıklarını, çıkarlarını, iftira ve nefretlerini Atatürk vasıtasıyla ifade ediyorlar. Şüphesiz ki, Atatürk ve inkılaplara en çok kötülük edenler bunlardır. 3. Atatürk ve devrim düşmanları. Bunları da iki bölümde toplamak mümkündür: a. Şeriatçılar, hilafetçiler ve nurcular. Bunlar tutarlıdırlar. Fırsat ve imkân buldukça düşmanlıklarını açıkça ortaya koyarlar. b. Münafıklar. Bunlar hem Atatürk'e ve hem de onun devrimlerine düşman oldukları halde, yalınkat, dondurulmuş Atatürkçülüğe karşı kendilerini gerçek Atatürkçü gibi gösterirler. 4. İlericiler. Bunları da iki grupta toplamak mümkün: a. İlericilikle Atatürk'ü bir ve aynı şey olarak düşünüp, savunanlar. Bunlar gericiliğe karşı tipik alternatif grup sayılırlar. Kesin olarak sağa karşıdırlar. Tanzimat'tan beri ilericilik, gericilik mücadelesini sürdürenler bunlardır. Kemalizm'in, sosyalizm yönünde değil, demokrasi yönünde gelişeceğine inanırlar. Anayasacıdırlar. b. Sosyalistler. Bunlar Atatürk'ün Kurtuluş Savaşı sıralarında söylemiş olduğu sosyalistçe fikirlerini savunurlar. Ve onu kendi saflarında sanırlar. Atatürk'ün emperyalizm ve savaş sloganını Kurtuluş Savaşı'nın ana fikri olarak kabul ederler. O zamanlar Anadolu hükümetine maddi ve manevi yardımda bulunmayı prensip olarak kabul etmiş olan Türk-Sovyet dostluğunu, Atatürk ve Lenin ilişkileri çevresinde diriltmeye çalışırlar. Türk sosyalizminin Atatürk'ten başlayacağına inanırlar. Daha açık bir deyimle bu görüşte olanlar da ikiye ayrılmışlardır. Bunlardan bir kısmı, devrimlerin doğal gidişinin sosyalizm olduğunu savunur, bir kısmı ise Atatürk devrimlerini korumakla Batı uygarlığına ulaşılacağını sanır. Birincilere göre Atatürk ilkeleri Batı burjuva demokrasilerine doğru gelişmektedir. İkincilere göre karma ekonominin yer aldığı Batı örneği bir sosyalizm söz konusudur. Atatürk'e ve devrimlere sahip çıkan bu görüşlerden acaba hangisi haklı? Bunları ayrı ayrı eleştirecek değiliz. Atatürk'e ve devrimlere karşı olanlar üzerinde de durmak istemiyorum. Bizce önemli olan, Atatürk devrimlerinin Batı burjuva demokrasilerine me, yoksa sosyalist demokrasilere doğru mu gelişeceği konusudur. Veya Kemalizm prensibi Türkiye'nin kurtuluşu için yeter mi? Öyle sanıyorum ki, Tanzimat'tan beri gelen ve Batı uygarlığını Türk toplumu için ülkü olarak alan bütün ilerici aydınlar Kemalizm prensibinin uygulanmasını Türk toplumunun çağdaş uygarlık düzeyine varması için yeterli görmektedir. Bu gruba bilimsel sosyalizmin metodu ile Türk toplumunun gerçeklerini araştırmanın zorunluğuna inanan sosyalistler dahil değildir. İlerici aydınlar dediğimiz bu Tanzimat aydınları için gaye, Atatürk'ün çizdiği sınırlar içinde ılımlı bir devletçiliktir. Bunların genel kanaati, halkın henüz çok partili bir politik hayatı sürdürecek bir seviyede olmadığıdır. Bunlar, Kemalizm'i uygulayacak sivil bir parti diktatörlüğü ile bu işin çözümleneceğine inanırlar. Orduyu böyle bir diktatörlüğe yardımcı olarak görürler. Bu ilerici aydınların karşısında çok partili demokrasi taraftarları vardır. Bunlar halk çoğunluğuna inanırlar. Genel iradeyi savunurlar. Atatürk Devrimlerinin bu türden bir burjuva demokrasisine doğru gelişmesi gerektiğine inanırlar. Serbest Cumhuriyet Fırkası denemesini, buna delil olarak gösterirler. Bütün gerici kuvvetler bu türden bir demokrasi anlayışının savunmasını yaparlar ve devrimlerinin amacının bu olduğunu ileri sürerler.''
- Muhabirin, komünist bir idare mi kuracaksınız, sözüne: "Biz ne Bolşeviğiz ne de komünist. Ne biri ne diğeri olamayız. Çünkü biz milliyetperver ve dinimize hürmetkârız." Acaba Atatürk'ü bu çelişik fikirlere sürükleyen bazı politik şartlar mı vardır? Yani birinci beyanatını Ruslardan yardım görmek için mi yapmıştır; Bolşeviklere şirin görünmek için mi böyle konuşmuştur. Eğer böyle bir kaygısı varsa olaylar bunun yanlış oduğunu gösteriyor. Çünkü Lenin, daha Türkiye ile ilişki kurduğu anda Mustafa Kemal'in bir sosyalist olmadığını, kuracağı devletin küçük bir burjuva hükümeti olacağını biliyordu. Bunu hem son günlerde Cumhuriyet gazetesinde bir kısmı yayınlanan Türkiye ilk Sovyet elçisinin hatıralarında, hem de Bakü'de toplanan Asya Milletleri Kongresi'nin tutanaklarında açıkça görüyoruz. Lenin Sovyet elçisi S. İ. Aralov'a Türkiye'ye giderken şunları söylüyor: "Mustafa Kemal Paşa tabii ki sosyalist değildir. Ama görülüyor ki iyi bir teşkilatçı.. kabiliyetli bir lider. Milli burjuva ihtilâlini idare ediyor. Ona, yani Türk milletine yardım etmemiz gerekiyor..." Yine 1920'de Komintern'in Bakü'de yapılan ikinci kongresinde, Sovyet liderlerinden Zinoviev, Mustafa Kemal'in mücadelesinin komünistlikle hiçbir ilgisi olmadığını açıkça söylüyor. Zaten, Kurtuluş Savaşı sıralarında ve hatta sonraları Mustafa Kemal'i sosyalist eğilimden ve düşünceden alıkoyan herhangi bir kuvvet de mevcut değildir. Fakat onun kültürü, bütün Osmanlı subayları gibi, Fransız İhtilali'nin dış ülkelerdeki serpintilerine dayanıyordu. Öyle sanıyoruz ki, Anadolu'ya geçinceye kadar da, sosyalizm hakkında herhangi bir fikre sahip değildi. O, Sovyet sistemini, bir politik hükümet biçimi olarak düşmüştü. "Kurduğumuz devlet Halk Devleti olması bakımından Bolşevizmin yolundayız" derken, sosyalizmin temelindeki ekonomik unsura önem vermemiştir. Mustafa Kemal için sosyalist parola ancak emperyalizm için söz konusudur. Marxçılık ve Lenincilik ise, yalnız devletlerin devletleri sömürmesi değil, insanın insanı sömürmesi olayını esas alır. Emperyalizm, bu sömürmenin dış politikaya yansıyan bir görünüşüdür. Mustafa Kemal'in emperyalizm anlamı sadece stildir. Düşmanı ülkeden kovduktan sonra, iyi bir idare kurmak, ülkenin kalkınması için yeterlidir. Atatürk'ü yukardaki sözlerinden dolayı sosyalizme yakın saymak veya devrimlerinin gelişme amacını o yolda yorumlamak, eğer onun adını bir yerde sosyalizm için alet olarak kullanmak söz konusu değilse, akılsızca ve bilim dışı bir harekettir. Bunu, Atatürk'ün karakterinden gelen basit bir taktikle açıklamak mümkündür. Onu döneklikle suçlamak veya sözlerinde bir çelişiklik aramak, bir yanlıştan kurtulurken diğer bir yanlışa düşmek olur. Bunu Mahmut Esat Bozkurt kitabında şöyle açıklar: "İhtilallerde zaman, fırsat, taktik bir öneme haizdir. Fırsatı kollayan, zamanı seçmede isabet eden kimseler ihtilâlleri kaybetmezlerdir. Atatürk bu cihetten çok dikkat ederdi. Zamanı çok güzel seçer fırsatı asla kaçırmazdı."
- ''Atatürk'ü sadece sevmek ve saymak yeterli değildir. Önemli olan, onun gerek kişiliğinde ve gerekse eserinde bilimsel ve gerçekçi bir gözle hakikatleri araştırmaktır. Bu yapılmadıkça bir Ortaçağ kafasıyla Atatürk'ün sözlerini siper edinerek Atatürk'ü Atatürk'le savaş haline getirmek onu hiç, ama hiç anlamamaktır.''
- ''İhtilâl, o aziz silâhtır ki, bir milletin bütün kutsal varlıklarının üstünde bir kartal gibi yakından uçar... süzülür ve dolaşır. Bütün bunların kanatlarının altında esirger. Zararlı kurumları birer kanat vuruşuyla atar, yeniliklerini yuva yapar gibi toplar ve kurar. İhtilâl, hayatın gereğidir. Doğal hakların en başında gelir. İhtilâl, milletlere insan gibi yaşama olanaklarını veren en yüce bir kuvvettir. Başka bir ifadeyle, ihtilâl, tarihin alın yazısıdır. Red ve inkârı kabil olmayan bir olgudur.''