- Burada insanlar doğaya uyarak yaşıyorlar. Ölüyorlar, doğuyorlar, birleşiyorlar, gene doğuyorlar, savaşıyorlar, içki içiyorlar, yemek yiyorlar, seviniyorlar, sonra gene ölüyorlar! Tabiatın güneş için, bitkiler için, hayvanlar, otlar, ağaçlar için koyduğu yasalar neyse insanlar da o yasalara hiçbir değişiklik yapmadan uyuyorlar. Onların başka hiçbir yasası yok...
- Yalnızca kendin için yaşamaya değer mi? Gün gelecek öleceksin, hiçbir iyilik yapmadan öleceksin ve öldüğünden kimsenin haberi olmayacak.
- Bugün sanki kendiliğimden yaşamıyorum, sanki içimde benden çok daha güçlü bir şey var: Beni sürükleyen, bana yön veren odur! Şimdi acı çekiyorum, kendimi üzüyorum ama, eskiden bir ölüden farksız olduğumu anlıyorum. Ancak bugün tam anlamıyla yaşıyorum. Biraz sonra gidip ona herşeyi söyleyeceğim.
- Belkide onun kişiliğinde doğayı, doğanın bütün güzelliklerini görüyor, onları seviyorum. Sanki müthiş bir güç, onu benim aracılığımla seviyormuş gibi bir his duyuyorum... Bütün evren, bütün doğa bu sevgiyi benim ruhuma zorla dolduruyormuş, bana ''Sev onu!'' diyormuş gibi bur duygu içindeyim. Onu yalnızca aklımla, hayalimle değil, bütün varlığımla seviyorum. Onu severken de kendimi Allah'ın yarattığı mutlu evrenin bir parçası olarak hissediyorum.
- Bu daha önce duyduğum cinsten, yalnız yüksek birtakım düşünceler uyandıran bir sevgi değil. İnsanın kendi duygularına hayran olduğu, duygularının bir pınar gibi içinden geldiğini hissettiği, her şeyi kendiliğinden yaptığı çılgın bir kapılışa da benzemiyor. Bunu da daha önce hissetmiştim. Bu duygu yalnız zevk duymak isteğinden ibaret değil, bu bambaşka bir şey...
- Onu anlıyorum, o ise beni hiçbir zaman anlayamayacak! Onun beni anlayamaması, benden aşağı bir varlık olmasından ileri gelmiyor! Tersine, onun beni anlamaması daha doğru... O mutlu bir kadındır. Tıpkı doğanın kendisi gibi, yalın, sakin, yaradılışına, özüne sadık bir kadın. Eğrilmiş, büğrülmüş, zayıf bir varlık olan ben ise onun benim nasıl bir yaratık olduğumu, çektiğim acıları anlamasını istiyorum!
- Bu hayata kendimi bütün bütün vermeyi denedim, ne kadar güçsüz, ne kadar sahte duygularla dolu olduğumu daha çok hissettim. Ne kendimi, ne de o karışık, çirkin, uyumsuz geçmişimi unutabildim. Gelecek yıllar ise bana daha da umutsuz görünüyor.
- Yalnız, ben bir Kazak olabilseydim! Lukaşka gibi bir adam olsaydım, onun gibi sürüyle at çalıp, çihir içtikten sonra avazım çıktığı kadar türkü söyleyebilseydim, insanları öldürebilseydim, sonra da kızın evine gidip sarhoş sarhoş, pencereden içeri atlayıp, onunla felekten bir gece çalabilseydim ''Ben kimim, bunu neden yapıyorum?'' gibi düşüncelere zihnimi yormasaydım, o zaman belki başka türlü olurdu. O zaman birbirimizi anlayabilirdik. O zaman mutlu olabilirdim!
- Saçma sapan hayaller kurarak onu, bazen eşim, bazen sevgilim olarak düşünüyor, hemen sonra tiksintiyle, her iki düşünceyi de zihnimden kovuyordum. Onun karım olması feci bir şey, bir cinayet olacaktı.
- Ona aşkımdan söz etmeye başladım. Öyle sözler söylüyordum ki, şimdi anımsadıkça kendimden utanıyorum. Utanıyorum, çünkü ona bunları söylemeye yeltenmem bile doğru değildi! Çünkü o, bütün bu sözlerden, hatta onlarla açıklamak istediğim duygudan çok daha yüksekti. Bunu anlayınca sustum.