- Allah ruhlarımıza 'Rabbiniz değil miyim?' şeklinde olumsuz bir soru yönelttiği için ruhlar da aksini tasdik sadedinde 'Şüphesiz Rabbimizsin!' anlamında 'Bela!' demişlerdir. Ne var ki, bu cevap bela denilen şeyi insanoğluna yüklemiş ve dünya insan için bir bela olup çıkmış, imtihanların çoğu bela ve musibet ile yapılmıştır. Bunu insanoğlu ezel bezminde 'Bela!' diyerek kendisi istemiş ve hatta davet etmiştir.
- Tanrı'nın varlığını inkar da ispat da kişinin kalbindeki ışıktan güç alır.
- sakın sen kay-ı cananı uzakdur sanma ey mecnun
seher yola giren giren aşık gece leyla'da akşamlar - Vuslatı isteyen aşık ayrılığa hazır olmalıydı. Bunun içindir ki ben, en mesut aşığın, devamlı vuslatı isteyen ama hiç vuslatı yaşamayan aşık olduğunu düşünüyordum. Sevgilinin gelişinin ayak seslerini duyarak kıyamete kadar yaşanabilir ama vuslata erdikten sonra gideceğinin korkusuyla hemen can verilirdi. Sonunda vuslat olan bir ayrılık, dertleri bile zevke dönüştürür ama sonu ayrılıkla bitecek bir vuslat sevinci kedere boğar.
- Alkış kelimesinin sözlüklerdeki anlamı ''Bir şeyin beğenildiğini, hoşa gittiğini anlatmak için el çırpmak ya da o yolda sözler söylemek''tir. Annemizin ak sütü kadar Türkçe olan bu kelime, kargış(beddua) kelimesinin zıt anlamlısıdır. Ancak eski lügatlar 'alkış tutmak' ile 'alkış okuma'yı daima birbirinden ayırmışlardır. Bize göre alkış tutmak, afacan bir çocuğun klas bir hareketini el çırparak övmek ise, alkış okumak da bir sanatçıyı 'Yaşa, var ol!' sözleriyle onurlandırmaktır.
Tarihi manasıyla alkış, ''Padişahlar ile vezirler hakkında, halk tarafından hep bir ağızdan söylenen dua sözleri''dir. Eskiden bayram merasimlerinde, cuma selamlıklarında ve muhtelif kutlamalarda bu tür temenniler sıkça duyulur imiş. - "Buradaki günlerimin susmak ve dinlemekle geçeceğine karar verdim ve herkesi her şeyi dinledim. İnsanları dudaklarından değil kalplerinden duyuyor ve anlıyordum. Onların gerçek kimlikleriyle gerçek düşüncelerine tanıklık etmek hoşuma gidiyordu. Tanıklık bilmek demekti. Kalplerde olanları bilmek ise ağır bir yük... Çünkü bilgi öldürücü savaş silahları kadar tahripkar olabiliyordu bazen... İnsanlar hep güçten yana tavır koyarken kalplerindekini daima saklıyorlardı. Tanıklık etmeye başladıktan sonra bilinmezleri bilmek, çözülmezleri çözmek ve aşılmazları aşmak için onca azgın çabalamanın içinde hep kendilerinden farklı biri olarak yaşamanın ağır yükünü onlardan almış gibiydim. Tanıyor biliyor ve susuyordum. Kazananların kaybettiğini, yok edenlerin yok olduğunu, doğanların öldüğünü görerek susuyordum. Efendim Fuzuli 'nin sözlerinin haklı çıktığına, bilginin bir dedikodu kıskacı olduğuna her ne var ise aşkta var olduğuna, zihnin önünde kalbin durduğuna, gönlün akla galip geldiğine tanıklık ederken daha iyi görebiliyor, anlıyor ve yine susuyordum. Israrla susuyordum. Yüreklerin Allah'ın elinde olduğunu bilerek susuyordum."
- "Aşk" sözcüğü zaten sözlükte sarmaşık demekmiş. Bir sarmaşık çınarları, servileri nasıl sarıp sarmalarsa aşk da öyle sarıp sarmalarmış çınar gibi yiğitleri, servi boylu dilberleri ve her sarmaşık sardığı ağacı kuruturmuş sonunda, dıştan yemyeşil ve güzel gösterirmiş ama içten içe kurutur, çürütür, çökertirmiş.
- Ne tükenmez hazinesin sen ey dil ve ne devasız bir dert!..
- Onlar, ölüme bile gülümserler, hani herkesin ürktüğü ölüme.
- Bir düşünceden ibaretsin sen ey kardeş, yalnızca bir düşünceden... Gerisi ya kemiktir, ya kıl.