- Palmiye tarlaları arasında ilerlerken güneş yükselmeye başlamış ve ensemizi kendisine mesken tutmuştu. Ve üç silahlı köylü çocuğu ile ben Orta Afrikanın en büyük gangsterlerinden birini soymaya değil de,pikniğe gidiyormuşuz gibi şarkılar söylüyorduk. İnsanın en zor, en acılı anında bile gülebilmesinin ,bir kaç kelimede olsa şarkı mırıldanmasının mümkün olması okadar garip ki...
- Çünkü Oğuz Atay'ı da okudum. Seni de tanıdım... Diyebilirsin ki bir insanı fotoğraflarından ve hakkındaki haberlerden ne kadar tanıyabilirsin? Haklısın belki de çok az... O zaman şöyle demeliyim... Seni az tanıyorum... Az... Sen de fark ettin mi? Az dediğin küçük bir kelime. Sadece A ve Z. Sadece 2 harf. Ama aralarında koca bir alfabe var. O alfabeyle yazılmış onbinlerce kelime ve yüzbinlerce cümle var. Sana söylemek isteyip de yazamadığım sözler bile o iki harfin arasında. Biri Başlangıç, diğeri son. Ama sanki birbirleri için yaratılmışlar. Yan yana gelip de birlikte okunmak için. Aralarındaki her harfi teker teker aşıp birbirlerine kavuşmuş gibiler. Senin ve benim gibi. Bu yüzden, belki de, az çoktan fazladır. Belki de az, hayat ve ölüm kadardır! Belki de, seni az tanıyorumi demek, seni kendimden çok biliyorum demektir. Bilmesem de öğrenmek için her şeyi yaparım demektir. Belki de az her şey demektir. Ve Belki de benim sana söyleyebileceğim tek şeydir.
- Bekleyin!" demişti. "Burada bekleyin onlar size gelecek." "Kimler?" diye sormuştu Filipinli. "Hayatının anlamını bulmuş olanlar. Hayatlarını adayacakları şeyi bulmuş olanlar gelecek. Siz de kalplerini söküp, yerine, o şeyleri koyacaksınız. Sonra da kalpleri fırlatıp atacaksınız!" "Ama..." demişti Kızılderili. "Kalpleri olmadan nasıl hayatta kalırlar?" "Göreceksiniz!" demişti bina da. "Peki ya kimse gelmezse?" diye sormuştu Filipinli. "Kim kalbinden vazgeçecek kadar kendini bir şeye adayabilir ki?" "Onu da göreceksiniz !" demişti bina. "Ya hayatlarının anlamını bulamayanlar?" diye söze girmişti Kızılderili. "Onlar ne olacak?" "Onlar da, göğüslerinde bir et parçasıyla canlı canlı çürüyecekler. Ve buna da yaşamak demeye devam edecekler!"
- "Ve herkes görünene aldanmaya hazırdı. Çünkü görünene aldanmak, hayatı dayanılır kılmanın ilk şartıydı."
- Herkesin öyle bir hikâyesi yok muydu? Başlayıp da bitiremediği. Çünkü kimsenin dinlemediği... İçine atmak, diye bir şey varken, anlatmaya ne gerek vardı?
- Bazı insanlar böyledir. Diğerlerine göre çok daha kırılgan olurlar. Ölümü sırtlarında bir çanta gibi taşıyıp, yorulduklarında önce onu açarlar.
- Ölseydi bir sorun yoktu. Ama ne yazık ki hayatta kaldı..
- Bu hayatta kimseye hiçbir şeyi tam olarak anlatamayacağını anlamıştı. Biri için ölüm kalım meselesi olan, diğerinin gözünde toz kadardı.
- Belki de hayat yanlış anlayınca güzeldi. Sadece yanlış anlayınca. Ama her şeyi...
- Follia adındaki sonsuz melodinin eşliğinde Birbirlerine son kez bakıp uyudular. Ölümüne. Seksen yaşındaydı. İkisi de. Birlikte olabilmek için kırk yıl, Birlikte ölebilmek için de Bir kırk yıl daha Yaşamışlardı..