- Kafka, ölümsüzlüğün sırrını Gregor Samsa?yı bir hamamböceğine dönüştürürken bulmuş zaten. Burada yazarın kendisiyle ilgili bir sorunu var. Diyorum ya hamamböceğini kullanması boşuna değil. Önemsenmediğini, yarına kalamayacağını düşünüyor. Bu pesimist tavrı onu öyle bir buluşa götürüyor ki, ancak dehalara özgü bir durum.
- Ey gökyüzü seni doğru okumalıyım. Doğru okuyup ders çıkarmalıyım...
- ''o vakit değildir bu vakit''
- Fenerin şemsiye gibi ışık kolları bir masal evreninin gizemiyle ağır ağır dönüyor. İdris'le oturduğumuz kuytuda ikisi yatık, biri dik üç şarap şişesi duruyor. Öbür adı, köpeköldüren. İdris'in yol arkadaşı. Şimdi boş ve terk edilmişler. Bu gece hüznün en güçlü yansısı, çağrışımlarla yüklü şişeler, Az sonra bir fısıltı duyacağım sanki. Aşağıda, yamaçta, denizde boğulanların adsız mezarları. Rüzgarın uğultusu. Işın kolları ağır ağır denizi tarıyor. Tekdüze bir mırıltıyla, köpürmüş suları yatıştırmaya çalışıyor sanki. Karavanın küçük penceresinden denize bakıyorum. Gözlerim batıp batıp çıkan güçsüz bir ışık arıyor ama yok ! Battı da çıkmadı mı? Bilmiyorum... Birden bir ses duyuyorum, bir fısıltı. Kapıyı açıyorum. Kimse yok.
- Annem, bana hediye ettiği, "Bütün yanlışları bununla sil? dediği o büyük silgiyi geri almış, çocukluğu dışında her şeyi siliyordu.
- ... O da az sonra ateşin yanında Samet gibi dikilip donunu kurutacak ve giyinecek. Samet tabağa domates dilip biber doğrarken şarabını açıp ille yudumunu içecek. Hemen arkasından da bir sigara. Balıkları daha sonra kızartacaklar, şarap şişeleri yarıya inince. Karşı tepeler koyulaşacak, akşam yavaş yavaş çökecek. Kocaman bir parça ekmek ve bir parça balık. Şişeler birbirine dokunacak, "Hadi" diyecekler. Sonra yok olan balıkları konuşacaklar, dereleri ve onları silip süpüren fabrikaların atıklarını, şarap gibi bir nimeti ve eskiden her şeyin daha güzel olduğunu. Konu ister istemez Samet'in satılan traktörüne gelecek. Altlarında o traktör olsaydı buralarda mı olurlardı şimdi...
- Adam: "Beni anladığını sanıyor ve üç-beş sözcükle tanımlayıveriyorsun. Oysa her şey göründüğünden çok başka.? Kadın: "Yani, herkesin bir gerçeği, bir de kimsenin göremediği yaşamın gerçeği var; öyle mi?? Adam: ?Tam tersi, yaşamın bir gerçeği ve kimsenin göremediği, herkesin bir kendi gerçeği??
- isteri ateşiyle kavrulan solgun yüzlü bedenden bir yarrak gibi uzayan şu yandığımız yolun ucunda soğuk bir aşktan başka... işte, kendi canımın derdine düştüğüm bu gece savaşında bile görebiliyorum; rüzgarlar var, bulutlar var, bulutların ve rüzgarı sesi var ama benim sesim yok. bakıyorum, yalnızca bakıyorum...
- "Ben neredeyim? " diye fısıldadı. "Yıllardır neredeyim? Soğuk, nemli, uyutmayan, ısıran, ürperten bu ekim gecesine dek neredeydim? " Sonu gelmeyecek bir soru mu, yoksa yıllardır bıkmadan, ağzında bayatlaştırmadan geveleyip durduğu bir şarkının sona erdiğini duyumsatan son demleri miydi bu? Her şey nasıl böyle uzaklaşmıştı, ne zaman? Kıyı neredeydi? Göremiyordu. Bu fırtına ne zaman başlamıştı? Gül neredeydi? (Sf. 12)
- Kimseyle hiçbir şey konuşamıyorum. Taş gibi oldum. Konuşamadığımdan böyleyim, biliyorum. Ama konuşmalıyım. Mutlaka konuşmalıyım. Kaç gündür kafam karmakarışık. Kanamadan sonra iyiyim, daha iyiyim. Konuşmalıyım ama kiminle, nerede, nasıl... Birden her şeyi sana yazabileceğimi düşündüm. Evet sana! Çekmeceleri açıp kapadım. Gürültüyle kâğıt arıyorum. Yok. Konuşamasak bile sana yazarım. Uzun bir mektup olur. Bir uçurum mektubu; başı sonu belirsiz. Koyu duman rengi bir boşluk, dibini göremiyorum. İçimi sana dökerim. Çekmeceleri hızla çarpıyorum. Şurada samanlı kâğıtlarım olacaktı. İşte, buldum onları. Önce karalamasını yazarım-bilirsin hep öyle yaparım-sonra temize çekerim. Uçurum mektubu! Evet evet iyi düşündüm bunu. Nasıl korkmaya başladığımı, sonra nasıl soğuduğumu... (Sf:67, Soğuma Günleri)