- Dünyanın uyumsuzluğu nerede? Bu ışıldama mı, yoksa yokluğunun anısı mı? Belleğimde bunca güneş varken, nasıl oldu da zarımı anlamsızlıktan yana atabildim?
- Hiç kimse ne olduğunu söyleyemez. Ama ne olmadığını söyleyebildiği olur. Adam hâlâ aramakta; ama sonucu çıkarmış olsun istiyorlar. Binlerce ses, bulduğu şeyi muştuluyor ona şimdiden, oysa, kendisi iyi biliyor, aradığı bu değil. Siz aramanıza bakın, herkes ne derse desin mi diyorsunuz? Doğru. Ama, arada sırada, kendimizi savunmamız da gerekli. Ne aradığımı bilmiyorum, onu çekine çekine adlandırıyorum, söylediğimi geri alıyorum, yineliyorum, ilerliyorum, geriliyorum. Gene de adları ya da adı kesinlikle koymamı buyuruyorlar bana. O zaman dikleniyorum; adlandırılmış olan, şimdiden yitirilmiş değil midir? İşte hiç değilse bunu söylemeye çalışabilirim.
- Bir dostuma bakılırsa, bir adamın her zaman iki kişiliği vardır, kendi kişiliği, bir de karısının yakıştırdığı. Kadının yerine toplumu getirelim, bir yazarın koca bir duyarlık bağlamına bağladığı bir tanımın bir yorumla nasıl yalıtlanabildiğini ve başka şeyden söz etmek istediği her seferde nasıl yazarının önüne dikilebildiğini anlarız. Söz, edim gibidir: ?Bu çocuğu siz mi dünyaya getirdiniz?? ?Evet.? ?Öyleyse sizin oğlunuz.? ?O kadar da basit değil, o kadar da basit değil.? Böylece, pis bir gecede, Nerval iki kez astı kendini, önce mutsuzluk içinde bulunan kendisi için, sonra da söylencesi, kimilerinin yaşamasına yardım eden söylencesi için. Hiç kimse gerçek mutsuzluk üzerine yazamaz, kimi mutluluklar üzerine de yazamaz, ben de deneyecek değilim. Ama söylenceye gelince, betimlenebilir, en azından, onu saçıp savurduğumuz bir dakika tasarlanabilir.
- Bir yazar büyük ölçüde okunmak için yazar (tersini söyleyenlere hayran olalım ama inanmayalım). Gene de, yazar, bizde, gittikçe artan bir biçimde, okunmamaktan başka bir şey olmayan şu son kutsanmayı elde etmek için yazıyor. Gerçekten de, çok satışlı basınımızda çarpıcı bir yazının konusunu sağlayabildikten sonra, adını bilip hakkında yazılacakları okumakla yetinerek kendisini hiçbir zaman okumayacak olan çok sayıda insan tarafından tanınmayı iyice güvenceye almış demektir. Bundan böyle olduğu şey olarak değil, işi başından aşkın bir gazetecinin verdiği imgeye göre tanınmış (ve unutulmuş) olacaktır. Demek ki, yazın alanında bir ad edinmek için kitaplar yazmak zorunlu değil artık. Akşam basınının sözünü ettiği bir kitap yazmış diye bilinmek yeter, bundan böyle bunun üstüne yatabilirsiniz.
- Hiçbir zaman hiçbir insan kendini olduğu gibi çizmeyi göze alamamıştır.
- Ne olursa olsun, hiçbir şeyin anlamı bulunmadığı ve her şeyden umudu kesmek gerektiği düşüncesiyle nasıl yetinebiliriz? Her şeyin sonuna dek gidilmeden, hiç değilse yalnızca şu sözcüğü oluşturmak için bile dünyada özdekten fazla bir şey bulunduğunu söylemek gerektiğine göre, salt özdekçilik diye bir şey olmadığı gibi, tümcül yoksayıcılık da olmadığı belirtilebilir. Daha her şeyin anlamsız olduğunu söylediğimiz anda, anlamı olan bir şeyi dile getiririz. Dünyanın hiçbir anlamı olmadığını kesinlemek, her türlü değer yargısını ortadan kaldırmak anlamına gelir. Ama yaşamak ve örneğin yiyip içmek, kendi başına bir değer yargısıdır. Kendimizi ölüme bırakmadığımız anda sürmeyi seçeriz, o zaman da yaşamın bir değerini, en azından görece bir değerini benimsemiş oluruz.
- Yırtılmış olanı dikmemiz, öylesine açık bir biçimde adaletsiz bir dünyada adaleti düşlenebilir, yüzyılın mutsuzluğuyla zehirlenmiş halklar için mutluluğu anlamlı kılmamız gerekiyor. Hiç kuşkusuz, insanüstü bir iş bu. Ama insanların gerçekleştirilmesine uzun zaman harcadıkları işlere insanüstü denilir, hepsi bu.
- ...bu saatte bitkin bir deviniyle ancak şöyle bir yükselen denize bakıyor, uzun süre dindirilmedi mi varlığı kurutan iki susuzluğu gideriyordum, sevme ve hayran olma susuzluğunu. Çünkü sevilmemek yalnızca şanssızlıktır: Hiç sevmemek mutsuzluktur. Bugün, hepimiz bu mutsuzluktan ölüyoruz. Kan, kin yüreğin kendisini de kurutuyor da ondan; uzun süren adalet isteği aşkı tüketiyor, oysa aşk doğurmuştu onu. İçinde yaşadığımız uğultuda, aşka olanak yok, adalet de yetersiz.
- Ama var olanın bir yanından el çekilirse, var olmaktan da el çekmek gerekir; öyleyse ya yaşamaktan vazgeçmeli ya da ?vekâleten? sevmekten başka türlü sevmeli.
- "Sevilmemek yalnızca şanssızlıktır. Hiç sevmemek mutsuzluktur. Bugün, hepimiz bu mutsuzluktan ölüyoruz. Kan, kin yüreğin kendisini de kurutuyor da ondan; uzun süren adalet isteği aşkı tüketiyor, oysa aşk doğurmuştu onu."