- Büyük yüreklilik, ölüme olduğu gibi ışığa da gözlerimizi kırpmadan bakabilmektir.
- Hayatın katlanmaya değmeyecek, bir uğraş olduğunu herkes bilmekteydi. Otuz ya da yetmiş yaşında ölmek arasında bir fark yoktu ve her iki durumda da diğer insanlar yaşamaya devam edecekti. Bu, çok açık bir şeydi.
- Ben yarım yamalak dinlediğim bir adamı başımdan savmak istedim mi, ona hak veriyormuş gibi yaparım, bu sefer de öyle yaptım.
- "İnsan daha ölüm düşüncesine alışmadan cenaze arabasının peşine takılmak zorunda kalır."
- Bütün iyi niyetime rağmen, bu kesin ve acı gerçeği kabul edemiyordum. Çünkü sonuçta, onu meydana getirmiş olan kararla o kararın bildirildiği andan itibaren değişmez bir şekilde birbirini kovalayan olaylar arasında gülünç bir orantısızlık vardı. Kararın saat 17'de okunacağına saat 20'de okunmuş olması ve büsbütün başka bir nitelikte de olabilmesi olgusu, herkes gibi çamaşır değiştiren kimseler tarafından verilmiş bulunması gerçeği, Fransız (ya da Alman ya da Çinli) milleti gibi kuşkulu ve belirsiz bir kavrama dayanmış olması keyfiyeti, bütün bunlar, bu kararın ciddiyetinden pek çok şey kaybettiriyor gibi geliyordu bana. Bununla beraber, kararın verildiği saniyeden itibaren onun etkilerinin, şu vücudumu dayadığım duvarın varlığı kadar kesin ve ciddi bir hal aldığını da kabul etmek zorundaydım
- Bugün annem öldü. Belki de dün, bilmiyorum. Bakımevi'nden bir telgraf aldım: Anneniz öldü. Cenazesi yarın kaldırılacak. Saygılar Bundan pek bir şey anlaşılmıyor. Belki dün ölmüştür. Bakımevi, Cezayir'den seksen kilometre uzakta, Marengo'da. Saat 2'de otobüse bineceğim ve öğleden sonra orada olacağım. Böylelikle geceyi annemin tabutu başında geçireceğim, yarın akşam da dönmüş olacağım. Patrondan iki gün izin istedim, böyle bir mazeret karşısında izin vermezlik edemezdi. Ama pek de memnun görünmüyordu. Hatta ona, ''Kabahat bende değil,'' dedim. Cevap vermedi. O zaman ''Keşke böyle demeseydim,'' diye düşündüm. Nihayetine, ondan özür dilemeye mecbur değildim ki. Hatta daha ziyade onun bana başsağlığı dilemesi gerekirdi. Fakat bunu herhalde öbür gün, beni yas tutarken görünce yapacak. Şimdilik annem sanki ölmemiş gibi. Gömüldükten sonra ise, tersine, bu iş sona ermiş ve daha resmi bir hal almış olacak. 11
- O zaman, neden bilmem, içimde bir şey delinir, yırtılır gibi oldu. Avazım çıktığı kadar bağırmaya başladım, ona küfür ettim, dua filan etmemesini söyledim. Cüppesinin yakasını sımsıkı kavramıştım. Yüreğimin içinde ne varsa hepsini sevinç ve öfke patlamalarıyla karışık bir halde onun yüzüne haykırıyordum. Kendinden ne kadar da emin görünüyordu, değil mi? Halbuki onun bu güvenli edalarının bir kadın saçı kadar bile değeri yoktu. Yaşadığına bile emin değildi, bir ölü gibi yaşıyordu çünkü. Bense ellerim boş gibi duruyordum ama kendimden de, her şeyden de emindim, ondan daha emindim, hayatımdan da, gelmek üzere olan şu ölümden de emindim. Evet, bundan başka şeyim yoktu. Ama hiç değilse, bu gerçek beni nasıl kavramışsa ben de onu öylece kavramış bulunuyordum. Önceden de haklıydım, şimdi de haklıydım, hep haklı olacaktım. 108
- Hele hele, dostlarınız kendilerine karşı içten olmanızı istedikleri zaman onlara inanmayın. Onlar, sizin içtenlik vaadinizde bulacakları ek bir güvenceyi kendilerine sağlayarak onlar hakkındaki iyi fikrinizi sürdüreceğinizi umarlar yalnızca.
- Çağdaşlarımla ilişkilerim görünüşte aynıydı, ama yine de inceden inceye uyumsuz hale geliyordu. Dostlarım değişmemişti. Fırsat düştükçe, benim yanımda buldukları uyum ve güvenliği övüyorlardı hep. Ama ben ancak uyumsuzluklara, içimi dolduran kargaşaya karşı duyarlıydım, kendimi kolayca yaralanır ve herkesçe suçlanır durumda hissediyordum.
- İnsanların ilgilerini paylaşmadan aralarında yaşadığımdan, yükümlendiğim bağlantılara inanmıyorum.