- Uyumsuz insan, yolunun belli bir noktasında kışkırtılmıştır. Tarih ne dinden yoksundur, ne peygamberden, Tanrısızları bile vardır. Ondan sıçraması isteniyor. Verebileceği tek yanıt, iyi anlamadığı, bunun açık olmadığıdır. Kişi de yalnızca iyi anlamadığını yapmak ister. Ona bunun gurur günahı olduğu, belki de işin sonunda cehennemin bulunduğu söylenir, ama bu garip geleceği gözlerinin önüne getirmesine yetecek imgelem gücü yoktur; ölümsüz yaşamı yitirdiği söylenir, ama ona önemsiz görünür bu. Suçluluğu benimsettirilmek istenir ona. O kendini suçsuz bulur. Doğrusunu söylemek gerekirse, yalnız bunu duyar, çaresiz suçsuzluğunu. Her şeyi bu sağlar ona.
- İnsan özgür mü, değil mi, bunu bilmek beni ilgilendirmez. Ben yalnız kendi özgürlüğümü deneyebilirim. Bu konuda genel kavramlara varamam, ancak açık birkaç yargım olabilir, ?öz olarak özgürlük? sorunu anlamsızdır. Çünkü bambaşka bir biçimde Tanrı sorununa bağlıdır, insanın özgür olup olmadığını bilmek, bir efendisi olup olamayacağının bilinmesini buyurur.
- Çünkü Tanrı önünde, bir özgürlük sorunundan çok bir kötülük sorunu vardır. Seçeneği biliyoruz; ya özgür değiliz ve kötülükten her gücü elinde tutan Tanrı sorumludur. Ya özgür ve sorumluyuz ama Tanrı her gücü elinde tutmamaktadır. Bütün bu incelikler, bu aykırılığın keskinliğine hiçbir şey eklememiş, bu keskinliği azaltmamıştır.
- Bu umut ve gelecek yoksunluğu, insanın her şeye açık oluşunda bir artış anlamına gelir.
- Günü gününe yaşayan insan, uyumsuzla karşılaşmadan önce, amaçlarla, bir gelecek ya da haklı çıkma (kime ya da neye karşı, sorun bu değil) kaygısıyla yaşar. Şanslarını ölçüp biçer, daha sonraya, emekliliğine ya da oğullarının çalışmasına bel bağlar. Yaşamında yönetilebilecek bir şeyler bulunduğuna inanır hâlâ. Gerçekte bütün bu olaylar, bu özgürlüğü yalanlasa bile, özgürmüş gibi davranır. Uyumsuzun belirmesinden sonra, her şey sarsılmış durumdadır. Bu ?ben varım? düşüncesi, her şeyin bir anlamı varmış gibi davranışım (yeri geldikçe hiçbir şeyin anlamı olmadığını söylesem bile), bütün bunlar her an gelebilecek bir ölümün uyumsuzluğuyla baş döndürücü bir biçimde de yalanlanır. Yarını düşünmek, kendine bir amaç seçmek, yeğlemeleri olmak, bütün bunlar özgürlüğe inancı gerektirir, bazı bazı insan onu duymadığını iyice anlasa bile.
- Yaşamın anlamına inanmak her zaman bir değerler basamağını varsayar, seçmeler ve yeğlemeler varsayar. Uyumsuza inanç, tanımlamalarımıza göre, bunun karşıtını öğretir.
- Böylece ölümden üç sonuç çıkarıyorum; başkaldırışım, özgürlüğüm ve tutkum.
- Bu akla uymaz düzenden hangi kural çıkarılabilir ki? Ona öğretici görünebilecek biricik gerçek bile kesin değildir; insanların içinde canlanır, insanların içinde sürer, öyleyse uyumsuz insanın uslama sonunda anlayabileceği şeyler ahlak kuralları değil, birer örnekleme, insan yaşamlarının soluğu. Arkadan gelen birkaç görüntü bunlar işte. Uyumsuz uslamayı izler, ona bir tutum, bir sıcaklık sağlarlar.
- Sevmekle iş bitseydi, her şey fazlasıyla basit olurdu. İnsan ne kadar çok severse, uyumsuz o ölçüde sağlamlaşır. Don Juan?ın kadından kadına gitmesi hiç de aşk yokluğundan değildir. Onu eksiksiz aşkı arayan bir karasevdalı gibi göstermek gülünçtür. Ama her kadını eşit bir taşkınlıkla ve her seferinde bütün benliğiyle sevdiği için bu yeteneği ve bu derinleştirmeyi yinelemesi gerekir. Her kadının ona hiç kimsenin hiçbir zaman vermediğini getireceğini umması bundandır. Kadınlar her seferinde derinden derine aldanır, yalnız ona bunu yineleme gereksinimini duyurmayı başarırlar. ?En sonunda sana aşkı verdim,? diye haykırır içlerinden biri. Don Juan?ın buna gülmesinde şaşılacak bir şey var mı? ?En sonunda mı? der, hayır, bir kez daha.? Neden çok sevmek için ender olarak sevmek gerekecekmiş?
- Bir insan yaşamının yarısı söylenmeyeni anlamakla, başını çevirmekle, susmakla geçer.