- "Alacakaranlığın bu kısacık anında,yalnız bir insanın değil,tüm halkın duyduğu,süreksiz ve hüzünlü bir şey hüküm sürerdi.Bana gelince,ağlamak gelir gibi sevmek gelirdi içimden."
- "Canlı bir insanım,öyle derler.Ama canlı olmak da insanın canlılıkta kendini yitirdiği ölçüde gene zamanını yitirmesidir."
- "Birine aktörlere ters düştüğünü söylediklerini duyarsam,kendine bir aktöre bulma gereksiniminde olduğunu anlarım bundan; birine küçümsendiğini söylediklerini duyarsam,kuşkularına katlanamadığını anlarım."
- "Büyük yüreklilik,ölüme olduğu gibi ışığa da gözlerimizi kırpmadan bakabilmektir."
- Bütün bunlardan sonra kim, bir yazardan, hazır çareler ve ahlâk dersleri bekleyebilir? Gerçek, esrarengizdir, kaypaktır ve her zaman yeniden kuşatılmak ister. Özgürlük tehlikelidir; ne kadar heyecan verici ise, birlikte yaşamak o kadar güçtür. Bu iki amaca doğru, bu değin uzun bir yolda, yetersizliklerimizi önceden bilerek, güçlükle, fakat kararlı olarak yürümeliyiz. Bu durumda hangi yazar, iyi niyetle, kendisinden fazilet istenmesi yürekliliğini gösterebilir? Bana gelince, bir kez daha söylemeliyim ki, bunlardan hiç birisi değilim ben. Hiç bir zaman, içinde büyüdüğüm özgür hayattan, varolma mutluluğundan, ışıktan vazgeçemedim.
- Oysa aksine, sanatın amacı kanunlaştırmak, ya da hükmetmek değil, her şeyden önce, anlamaktır. Anlamak için, hükmettiği olur bazen. Ama hiç bir dehâ eseri, küçümseme ve kin üzerine kurulmamıştır. Bunun için de sanatçı, yürüdüğü yolun sonuna geldiğinde suçlandıracağı yerde affeder. Yargıç değildir, doğrulayıcıdır o. Yaşayan yaratığın, yaşadığı için ve yaşadığı zaman boyunca sonsuz avukatıdır.
- Mesele kötü insan olmak değil, ama ışığı yitiriyor insan
- Göğün tepesinden düşen güneş dalgaları, çevremizdeki kırda sıçrayıp duruyor kırasıya. Bu patırtı karşısında susuyor her şey. Karşıda Luberon Dağı soluk almadan dinlediğim bir donmuş sessizlik yığını sanki. Kulak kabartıyorum: Uzaktan gelenler var bana doğru; gözle göremediğim dostlar çağırıyor beni; sevincim büyüyor, eskisi gibi. İşte, yeni bir mutlu bilmece her şeyin gizini açıyor bana. Dünyanın saçmalığı nerede? Bu parıltıda mı, yoksa onun yokluğunu düşünmemde mi? Kafamdaki bunca güneşlere karşın, neden sapmadan (Absürt), karanlıktan yana gittim? Çevremde herkes şaşıyor buna; ben de şaşıyorum bazen.
- Haddimi aşmayayım ama, Descartes'in yöntem olarak ele aldığı kuşku da onun bir kuşkucu olmasını gerektirmez. Ne olursa olsun, her şeyin anlamsız olduğu, her şeyden umudu kesmek gerektiği düşüncesiyle nasıl kalır insan? İşi pek derinleştirmeden şu kadarını olsun söyleyebiliriz: Salt maddecilik diye birşey olamaz, çünkü bu kavramı kurabilmek için dünyada maddeden başka bir şey daha olduğunu kabul etmek gerekir.
- Her şeyin anlamsız olduğunu söylediğimiz anda bile anlamlı bir şey söylemiş oluyoruz. Dünyanın hiçbir anlamı yoktur, demek, her çeşit değer yargısını ortadan kaldırmak olur. Ama, yaşamak ve örneğin, yiyip içmek kendiliğinden bir değer yargısıdır. Ölmeye yanaşmadığı sürece, insan yaşamayı seçiyor demektir. O zaman da, görece de olsa, yaşamaya bir değer veriyoruz demektir.