- Ah , eski İstanbul! İçten içe kaynaşan hayatıyla, durmadan çarpışan ihtiraslarıyla , kin ve sevgileriyle , birdenbire coşan nefretleriyle , kaynayan sular gibi içten dönen ve derinleşen dolaplarıyla daima kızdırılmış bir kaplan gibi atılmağa , parçalanmaya hazır ocaklarıyla , tekkeleriyle , esnafıyla, o kadar parça parça , dağınık göründüğü halde istediği gün sokakta, çarşıda , meydanda birdenbire birleşen acayip ve korkunç bir mahluk gibi halka halka büyüyen , genişleyen , okyanuslar gibi homurdanan , önüne çıkan her şeyi yakıp yıkan , devirip alt üst eden , kadını erkeğini tamamlayan halkıyla her türlü canlılığın üstünde canlı şehir...
- Fikirlerimiz, onları taşıyacak kudrette olduğumuz nispette bizimdirler.
- Sevginin, merhametin eşiğini atlayanlar ıstırabın gömleğini de kendiliğinden giyinirler.
- Siz kâinatın etrafınızda dönmesini istiyorsunuz. Düşünmüyorsunuz ki hayat sizi mahrekinin dışına atmış. Hayat kimsenin etrafında dönmez, herkesle beraber yürür.
- Ah o andaki sesim! Nasıl tanıyordum bu sesi ve hıçkıran bütün vücudumu. Bütün ömrümde kaç defa rüyalarımdan kulaklarımda hep aynı göz yaşlarıyla ıslak bu sesle ve içimde bu korkunun ta kendisiyle uyanmıştım. Korku... Korku ve insan, korku ve insan talihi, insanın insana hücumu, o hiç yere düşmanlık. Fakat neyi aldatabilirdim, kime anlatabilirdim? İnsan neyi anlatabilir? Yıldızlar birbiriyle konuşabilir, insan insanla konuşamaz.
- Hakikaten bu kızda hoşuna giden bir taraf vardı.Zalim, şımarık, hodbin, beyinsiz fakat güzeldi.
- - Peki o hâlde ne yapacağız?
İhsan kadehini kaldırdı:
- "Evvela içeceğiz." dedi. Sonra bu güzel denizin,bize hediye ettiği şu balıkları yiyeceğiz. Ve şu bahar saatinde bu lokantada, bu denizin karşısında olduğumuza şükredeceğiz. Sonra da kendimize mahsus, şartlarımıza uygun yeni bir hayat kurmaya çalışacağız. Hayat bizimdir; ona istediğimiz şekli vereceğiz. Ve o şeklini alırken, kendi şarkısını yapacak. - Emine'nin ölümüyle son tutunduğum dal da kopmuş gibi büsbütün boşlukta kaldım. Kaybettiğim şey benim için o kadar büyüktü ki ilk önceleri bunu bir türlü anlayamadım. Ne de hayatımdaki neticesini ölçebildim. Sade içimde simsiyah ve çok ağır bir şeyle dolaştım durdum. Sonra bu haraplığa daha başka bir duygu, bir çeşit kurtuluş duygusu karıştı. Bir baskıdan kurtulmuştum. Artık Emine bir daha ölemezdi, hatta hastalanamazdı da. Orada zihnimin bir köşesinde olduğu gibi kalacaktı. Hayatımda birçok şeyler daha beni korkutabilir, başıma türlü felâketler gelebilirdi. Fakat en müthişi, onu kaybetmek ihtimali ve bunun korkusu artık yoktu.
- Bazen düşünüyorum, ne garip mahluklarız? Hepimiz ömrümüzün kısalığından şikayet ederiz; fakat gün denen şeyi bir an evvel ve farkına varmadan harcamak için neler yapmayız?
- Modern hayat, ölüm düşüncesinden uzaklaşmayı emreder.