- (...) hangimiz yahut kaçta birimiz sevdiği muharrirleri tam anlar. Galiba felsefe mekteplerinin, ilahîyat spekülasyonlarının o kadar çok ve değişik olması biraz da bu yüzdendir.
- (...) İsabetli tek bir hareket veya fikrin olmadığını, her gün hadiselerin yumruğuyla yeni baştan bir daha öğrenen bir tuplulukta, bu tecrübe kelimesinden ne kastedilirdi, bunu çok sonra anladım. Meğer bu tecrübe denen şey, bizim kitaplarda öğrendiğimiz mânasından çok ayrı bir yerde kullanılırmış. Onun asıl manası dünya işlerinde bir nevi sinizmi benimsemek, içinde dört tarafını iyice kollayarak, kimseyi rahatsız etmeden, büyüğü kuşkulandırmadan, küçüğü sabrın son haddine getirmeden rahatça, yahut gailesizce yaşamak, hayat yolunda her vesileden istifade ederek ilerlemek, ev, köşk, apartman, han, esham sahibi olmakmış.
İşte ben bu merhaleye ermek için lâzım gelen hazırlık ve bekleme devrindeydim. Bunun adı okumaktı. Hakikatte ise sadece vaktini beklemekti. Çünkü gittiğim mektepte hemen hemen hiç bir şey öğrenmiyordum. Fakat gidiyordum. İsyansız, tiksintisiz, belki yolunu öğrendiğim için her sabah erkenden gidiyordum. Mademki adetti...
Fakat sevmiyordum. Aynı fabrikadan çıkmış iki tuğla kadar birbirine benzeyen hocalar, (...) bu bitmez tükenmez çocukluk yüzünden, içinden geçmeye behemehal mecbur olduğum bir makinenin dişleri gibi geliyordu. - Lüzumsuz hiçbir şeyin peşinde koşmadım. Hiçbir ihtirasın peşinde beyhude yere emek sarf etmedim. Hiçbir zaman sınıfımızın birincisi veya ikincisi, hattâ yirmincisi olmak istemedim.
Fatih Rüştiyesindeki sınıfımızın kalabalık mevcudu bana, etrafımdaki yarışı en geri sıralardan, isterseniz buna kral locası deyin, seyretmek imkânını verdi. İnsan işlerine uzaktan bakmayı oradan öğrendim. - Behçet Bey, her şeye rağmen yaşıyordu ve yaşayacaktı. Ne olursa olsun, hayat güzel bir şeydi. Eski saatler bakılması, iyileştirilmesi lâzım gelen temiz yüzlü, iyi yürekli hastalardı ve kitaplar, iyi ciltlenince, birdenbire gençleşiyor, güzel giyinmiş kadınlara benziyorlardı. Bir çok ahbap meclislerinde saz yapılıyor, şarkılar, besteler, semaîler okunuyordu. Antikacı dükkânlarında, üzerinde mazinin, yaşanmış zamanın izlerini taşıyan ve bu izlerle güzelliği, değeri artan, hülasa zaman ve insan tecrübesini kutsi bir büyü gibi kendi varlıklarında taşıyan bir yığın eşya vardı.
- Cemal Bey'in maiyetindeki işim rahattı. Saat beşten sonraki zamanım benimdi. Burada, Fener Postanesi'ndeki cıgara yanıklarıyla dolu tahta masa telefon etmek için sıra bekleyen, itişen kakışan yüzlerce insan, onların birbirine karışan konuşmaları yoktu. Her şey kibar, rahattı. Telefon benim konuşmam içindi. Zil seslerine ben koşmuyordum. Bilâkis ben basınca koşan adamlar vardı. İlk gün üst üste sekiz defa aynı hademeyi çağırdım. Birinde havayı sordum, ikincisinde saati; üçüncüsünde paltomu tutup giydirmesini, dördüncüsünde çıkarmama yardım etmesini istedim; beşincisinde adını öğrendim... Vâkıa sonunda iş biraz cıvıklaştı. Altıncısında cıgara ikram ederek karşıma oturtmuş, yedincisinde kalkıp gitmesi, sekizincisini tekrar gelmesi için çalmıştım.
- Cetlerimiz inşa etmiyor,ibadet ediyorlardı.Maddeye geçmesini ısrarla istedikleri bir ruh ve imanları vardı.Taş, ellerinde canlanıyor bir ruh parçası kesiliyordu. Duvar, kubbe, kemer, mihrap, çini, hepsi Yeşil'de dua eder, Muradiye'de düşünür ve Yıldırım'da harekete hazır, göklerin derinliğine susamış bir kartal hamlesiyle ovanın üstünde bekler.Hepsinde tek bir ruh terennüm eder.
Dergah Yayınları 30 Baskı, 113. Sayfa - ''Beni rahat bırakın! Ve benden bahsetmeyin. Olmaz mı?.. ''
s.339 - "Biz şimdi bir aksülamel (tepki) devrinde yaşıyoruz. Kendimizi sevmiyoruz.Kafamız bir yığın mukayeselerle dolu; Dede efendi'yi Wagner olmadığı için, Yunus Emre'yi Verlaine, Baki'yi Goethe ve Gide yapamadığımız için beğenmiyoruz. uçsuz bucaksız Asya'nın, Türkistan'ın o kadar zenginliği içinde, dünyanın en iyi giyinmiş milleti bulunduğumuz halde çırılçıplak yaşıyoruz.
Coğrafya, kültür, her şey bizden yeni bir sentez bekliyor; biz görevimizin farkında değiliz. Boşu boşuna başka milletlerin tecrübesini yaşıyoruz." - Bana musikimiz, tek bağlanış noktası gibi geliyor. Kim bilir, belki bir gün yalnız onunla kendimizi anlayacağız!Sonra daha yavaş bir sesle kendi kendine ilave etti. "Belki o da etrafımdaki kuyulardan biridir."
Dergah Yayınları 11.Baskı, 127. Sayfa - Fakirlik; gözü tok, muvazeneli, seciyeli insanlarda bir nevi asalete benzer.Muhteris ve zevkine düşkün insanlarda ise daima küçütücü olur.İbrahim Bey bu sonunculardandı.
Dergah Yayınları, 11. Baskı, 165. Sayfa