- "...Ayrıntıları düşünmekten ölemiyorum..."
- "Her şey yolunda görünüyordu. Artık öyle görünmeli. Otuz yılda hiçbir yere gelinmemişse, bir başkaldırı mutlak olmalı. Bu hiçlik de yaşanmalı. Bir boşluğa olanca hızla düşülmeli. Bu düşüş gerçek yüzünü göstermeli. Bir düşüş yokmuş gibi yaşanılamaz. Düşülen yerden yıldızlar seyredilemez..."
- "...Bir zamanlar Meclis'te kendine bir de milletvekilliği bulmuştu. Namazlar kıla, mahkemeler basa, alanlarda, "Kıbrıs Türk'tür, Türk kalacaktır!" diye diye vatanı Türk oğlu Türk yapacak, kurtaracaktı. Kendini kurtardı."
- "Ben bulur getiririm onu. Bir de kardeşimiz oluyor, derim... Ama siz de babama söyleyin. Üstelemesin artık." Annesi derin derin içini çekiyor: "Korkma. Üstelemez. O da ancak uyudu zaten. Bütün gece bekledi durdu. Ne olsa tek oğlumuz. Tek umudumuz..." Aysel, içinde onarılmaz bir kırıklık duyuyor. Yeniden evin kıyıda köşede unutulmuş eşyası olduğunu seziyor. İlk gerçek öfkeyi tanıyor. Dışa vurulmayan, o, insanı içten içe kırbaçlayan, insana kendini aştıran ve durmadan kendini zora koşturan... Eline geçen bu ilk fırsatı ne olursa olsun iyi değerlendirmeli. Kendisinin de bir "kişi" olduğu akıllara yer etmeli. Yer etmeli. Hiç çıkmamasıya...
- "...Yine de, yine de ne eksikti o akşam? Öldürücü bir şey eksikti. Tamamlanamayacak bir şey. Bir türlü bütünlenemeyecek... O şeye özlenen anlamlar yüklenemeyecek... Yer yerinden oynasa Aydın yanındakinin sadece bir kadın olduğunu unutamayacak. Yanındakinin insanlar içinde bir insan olduğunu düşünemeyecek..."
- "Aysel'e sormalı. Her şeyin yılını, gününü koyar o. Koyar kafasına. Abisiyle, yengesiyle bağlarını tümüyle kesişinin bile bir günü, bir saati vardır. Hala her şeyi kendisi yönetiyor sanıyor. Yaklaşmaların da uzaklaşmalarında gününü, saatini ötekilerin ayarlayıp kararlaştırdıklarını bir türlü göremiyor. Bir türlü inanmak istemiyor buna. Hala, makas kendi elinde de, zamanını seçip makası kırt diye bastırıverdi sanıyor abisiyle onu bağlayan aile kurdelesinin orta yerine. Kırt. Kırt ha?..."
- "...Yine de nasıl oluyor peki şimdi, bir otobüse -yarı karanlık- bir yolculuğa çıkar çıkmaz ya da buna benzer karanlık, alacakaranlık her fırsatta olduğu gibi örnekse ışığı söndürüp uyumaya geçmeden önce ya da eski bir tanışa rastlayıverince bir köşebaşında ya da birinin sizi kendi dışınıza itmeye zorladığını seçer seçmez, bir şerit geçiyor kafanızdan? Gözlerinizin önünden bir dizi resim geçiyor. Neden tümüyle engel olunamıyor buna? Onu bunu bilmem. Meğer nihilist olmak komünist olmaktan da zormuş!.."
- "...Bu inançsızlığın, o bunalımın ve yorgunluğun, bezginliğin sonu bilmem nereye varırmış... Niye varmadı peki? O sıralar üç buçuk duyarlı aydının mı vardı yoksa kendini asabilecek? Sıra kendine gelince de, Allah'a sığın, paçayı kurtar. Oldu mu şimdi? Bir inançtan kaç, ötekine tosla. Bizde böylesi çok. Her zaman çok. Kendini asan hiç yok..."
- "...Neyle karşılaşırsam karşılaşayım, ne söz duyarsam duyayım, herkes işi gücü bıraktı da, yalnız benim iyiliğimi düşünüyor sanırdım. Niye, diye sorsaydın ya bir kezcik! Ne diye insanlar başkaları için, senin için iyi şeyler düşüneceklermiş? Sen öyle düşünüyorsun diye... İyi ya işte, artık böyle düşünmezsin. Ellerini yüzünü umut mu, iyimserlik mi ne diyorlar, işte onlardan bir güzel yıkar arıtırsın. Arap sabunuyla..."
- "Apaçık olmak suçtur. Apaçık olmanın cezasız kalmayacağı bir yerdeyiz henüz. Ben de diyordum, bakalım benim apaçıklığım ne zaman cezalanacak?"