?Papalagi (beyaz adam), tıpkı bir midye gibi, sert bir kabuğun içinde oturur. Toprak kurdu gibi, taşların arasında yaşar. Sağı, solu, altı, üstü hep taşlarla örtülüdür. Barınağı dikine duran bir taş sandığını andırır, çok sayıda gözü olan delik deşik bir sandık. Bu taş kabuğa tek bir yerden girilip çıkılır; Papalagi bu yere, içeri girerken ?giriş?, dışarı çıkarken de ?çıkış? adını verir, oysa ortada tek bir delik vardır. Barınağa girmek için büyük bir güçle itilmesi gereken ağır bir tahta kanat vardır. Kimi barınaklarda, bir Samoa köyünde yaşayan insanlardan çok daha fazla insan oturur. Bu nedenle görüşmek istediğin ailenin adını kesin olarak bilmen gerekir. Her aile bu taş sandığın belli bir bölümünü kendine ayırmıştır. Bir aile diğerlerinin ne yaptığını bilmez. Sanki onları yalnızca taş duvar değil, birçok ada ve deniz ayırıyormuş gibi. Giriş deliğinde karşılaştıklarında ya isteksizce selamlaşırlar ya da düşman böcekler gibi mırıldanırlar. Gören de bir arada yaşamak zorunda kaldıkları için hiddetlendiklerini sanır?? ?Papalagi, yuvarlak metali ve ağır kağıdı sever. Katledilmiş meyvelerin suyunu, domuz, sığır gibi korkunç hayvanların etini midesine indirmeyi sever. Ama hepsinden çok sevdiği bir şey vardır ki bunu kavramak mümkün değil: Zaman! Onun uğruna dünyanın patırtısını kopartır, saçma sapan konuşur durur. Güneşin doğuşuyla batışı arasındakinden başka bir zaman olmamasına rağmen yetmez Papalagi?ye yine de?? ?Zaman Papalagi?yi hep mutsuz eder. Büyük Ruh?a yakınır da yakınır, daha fazlasını vermedi diye. Hem de her yeni günü belli bir plana göre bölüp parçalayarak Büyük Ruh?a ve onun hikmetine etmediği hakareti bırakmaz. Çalı bıçağıyla yumuşak bir Hindistancevizini boydan boya keser gibi böler günü. Her bir bölümün ayrı adı vardır. Saniye, dakika, saat. Saniye dakikadan küçüktür, dakika da saatten. Hepsi birden bir saat eder. Bir saate varmak için altmış tane dakika, bir sürü de saniye gerekir. Bir hastalık olduğunu düşünmeme rağmen yine de bir türlü kavrayamadım bu işi. ?Zaman hiç yetmiyor!? ?Zaman dört nala kalkmış kırat gibi koşuyor!?, ?Biraz daha zamanım olsa!? Böyle sızlanır durur beyaz adam. Hep söylüyorum, bunun bir hastalık olması lazım. Çünkü, diyelim ki beyaz adamın içinden bir şey yapmak geçiyor. Yürekten istiyor hem de. Belki güneşlenmek, belki de ırmakta kanoyla dolaşmak istiyor. Ya da canı sevdiği kızı çekiyor. Hemen her seferinde aynı düşünceye kapılıp, bastırır bu isteğini: ?Keyiflenmeye zamanım yok? Oysa zaman orada öylece durur. O ise en iyi niyetle bile görmez onu. Zaman alan binlerce şey sıralayıp, yakına yakına işinin başına çöker. Ne zevk, ne de eğlence verir işi ona. Üstelik kendinden başka zorlayan da yoktur onu?? Bir kez bile gazete okumadım okumamda ve bununla gururlanırım. Çok doğru birşey yaptığımı biliyordum. ?Papalagi?nin bütün bilgeliği gazete adını verdiği bu kalabalık kâğıtlara dökülmüştür. Her sabah ve akşam kafasını bunlara gömmek zorundadır. Yeniden doldurmak, doyurmak için. Böylece daha iyi düşünebilsin, kafasının içinde daha çok şey olsun diye. Tıpkı, muzları yiyip, gövdesini adamakıllı dolduran atın daha iyi koştuğu gibi. Uykuyu savdıktan sonra Papalagi?nin eline aldığı ilk şey budur. Okur. Gözleri kâğıdın anlattıklarını deler geçer. Avrupa?nın en büyük şeflerinin neler söylediklerini okur. Ne denli budalaca olursa olsun hepsi kâğıtta yazılıdır. Papalagi buna: ?Olup biten herşey hakkında bilgilenmek? der. Güneşin batışından bir sonraki batışına kadar ülkesinde olan herşey hakkında bilgilenmek ister. Bir tek şeyi bile kaçırsa küplere biner?
Diğer Erich Scheurmann Sözleri ve Alıntıları
- ...Eğer insan çok fazla 'şey'e gereksinim duyuyorsa, bu büyük bir yoksulluğun göstergesidir. Çünkü bu, o insanın, Büyük Ruh'un 'şey'leri açısından yoksul olduğunun kanıtıdır. Papalagi'de yoksuldur, çünkü o tam bir 'şey' düşkünüdür, 'şey'leri olmadan yaşayamaz.....
- Beyaz adam budala ve kördür. Gerçek mutluluğa karşı sağırdır ve bu utancını gizlemek için kat kat örtünmesi gerekir.
- " Tanrı sevgiymiş. Gerçek bir inanan, sevgi düşüncesini her zaman göz önünde bulundurmalıymış. Ulu Tanrı için, beyaz adamın dualarıda yeterliymiş. Onun tanrısı kandırdı bizi, açıkça dolandırdı. Papalagi de (beyaz adam), kendi tanrısını kandırıp fiştekledi bizi Büyük Ruh'un sözlerini kullanarak aldatması için. Çünkü beyaz adamın gerçek tanrısı, kendisinin "para" adını taktığı yuvarlak metal ve ağır kağıttan başka bir şey değildir. "
- Gövde, kol ve bacaklar ettir. Ancak boyundan yukarısı gerçek insandır.
- Bu köylerde, kentlerdekinden başka türlü düşünen insanlar yaşar. Yarık insanlarından daha çok yiyecekleri olduğu halde elleri kaba, örtüleri daha kirlidir. Yaşamları diğerlerinden çok daha güzel ve sağlıklıdır. Tüm yarık insanlarına yiyecek sağlamaktan canları çıkar. Yine de, neden öbürlerinin örtülerinin daha güzel, ellerinin daha beyaz olduğunu, neden kendileri gibi güneşten terleyip, rüzgarda üşümek zorunda kalmadıklarını bir türlü almaz kafaları.
- Çünkü beyaz adamın gerçek tanrısı, kendisinin "para" adını taktığı yuvarlak metal ve ağır kağıttan başka bir şey değildir.
Bir Avrupalı'ya sevginin tanrısından söz edecek olsan, yüzünü buruşturur ve güler. Senin düşüncenin yalınlığıyla alay eder. Ama pırıl pırıl bir yuvarlak metal ya da koca bir ağır kağıt uzatacak olursan, o an gözleri parıldar ve dudaklarının arasından salalar akar. Onun sevgisi paradır., tanrısı paradır. Onlar, yani beyazların tümü uykularında bile bunu düşünürler. - Daha doğar doğmaz para ödemeye başlarsın. Öldüğünde de, öldüğün için ailen para ödemek zorunda kalır. Ayrıca bedenin topara verildiği için ve mezarına senin adına dikilen taş için de para ödemek gerekir.
Avrupa'da para vermeden herkesin yararlanabileceği tek bir şey buldum: Hava. Havanın da, yalnızca unutulduğu için parasız olduğunu sanıyorum. - Çünkü beyazların dünyasında insanların ağırlığı yalnızca parasıyla, o parayı her gün ne kadar arttırabildiğiyle ve hiçbir depremin zarar veremeyeceği kalın demir kutunun içinde ne kadar biriktirebilidiğiyle ölçülür. Yiğitliği, soyluluğu ya da zekasının parlaklığıyla değil.
- Şimdi, diyelim ki birinin çok parası var; hem öyle çok ki yüzlerce, binlerce kişi bu parayla işlerini yoluna koyabilir. Ama o, bu paradan onlara zırnık koklatmaz. Oturur ağır kağıtların üstüne, kollarının da sarar yuvarlak metallere, gözlerinde hırs ve zevk parıltılarıyla bakınır durur. "Bu kadar çok parayı ne yapacaksın?" diye soracak olsan. "Bu dünyada giyinmekten, açlığını ve susuzluğunu bastırmaktan başka ne istersin" desen, söyleyecek söz bulamaz, ya da "Daha çok para istiyorum, daha çok daha çok," der.Böylece sen de, paranın onu hasta ettiğini, bütün duyularını ele geçirdiğini anlarsın.
Hastadır o kaçıktır. Ruhunu yuvarlak metal ve ağır kağıda adamıştır. Hiçbir şeyle yetinmez, gözü doymak bilmez. kimseye kötülük etmeden, haksızlık yapmadan, geldiğim gibi göçüp gideyim şu dünyadan diye düşünmez. - Eğer insan çok fazla "şey"e gereksinim duyuyorsa, bu büyük bir yoksulluğun göstergesidir.