Ne mi yapmalı ? Şüphesiz,aşkımızı içimizden kemiren bu ikinciyi susturmalı ve dışarıdaki müttefiklerine kulakları tıkamalıdır. İkincisini emri altına alamayan ve susturamayan birincinin sevmeye kabiliyetinden ve sevilmeye liyakatinden şüphe etmeliyiz.Şüphe değil,emin olmalıyız ki,bir türlü sonu gelmeyen iç savaşlarla ikinciye karşı zaferini elde edemeyen zavallı aşkın ferahlığından ve tarif edilemez bahtiyarlığından mahrum kalmağa ebediyyen mahkumdur. Bütün ömrü kendi kendini yemenin çilesi içinde geçecektir.Bu, onun içindeki demonu yenemeyen ruhunun aczini, ebedi kürek mahkumiyeti halinde bizzat kendi kendine ceza verdiren, adeta bünyevi diyebileceğim, içeriden gelme bir adalettir.Böyle bir sevgiliyi sevenin işkencesi de, tercihindeki isabetsizliğin cezasıdır.Er geç o bunu anlar ve soğur. Fakat ikincisinin dişlerinden ve tırnaklarından kurtulamayan öteki, sebep olduğu nefretin tezahürlerini gördükten ve artık sevilmediğini hissettikten sonra, bu defa aşıkına değil, içindeki şeytana kin beslemeğe başlar.Aldatıldığını anlar. Esaret sandığı şeyden kaçan, sonra ona dönüp kafesinin çubuklarını ümitsiz bir hasret içinde gagalayan kuş gibi nafile pişmanlıklarla çırpınır.
Diğer Peyami Safa Sözleri ve Alıntıları
Bir aralık etrafına ve insanların yüzlerine baktı. Tramvayda hiç kimse gülümsemiyordu. Hepsinde yük taşıyan insanların yorgunluğu ve bezginliği var. Tramvay onları bir tarafa götürmese, hepsi oldukları yerde senelerce kalacaklarmış gibi ezik ve bitik, hepsinde bir bedbinlik. En küçük sebeplerle kavgaya bahane arıyorlar.
Ah, insanlar niçin her şeyi anlayamıyorlar? Beş dakika, on dakika, yarım saat kendilerini unutsalar, kendilerini karşılarındakinin yerine koysalar tam onun gibi -fakat hiç eksiksiz ve tam- onun gibi duysalar, her şey ne kadar yerli yerinde olacak. Hayır! İllâ ki zıddiyetler, öfkeler, yanlış anlaşmalar, kıskançlıklar, inatlar, şüpheler, hâkim olmak arzuları...
Büyük bir hastalık geçirmeyenler, her şeyi anladıklarını iddia edemezler.
Zaman yürümüyor, dakikalar korkunç bir sıkıntı içinde uzuyorlar, hatta dağılıyor, birikmiyor, toplanmıyor ve bir çeyrek saat olamıyorlar.
Denizde, dalgalar arasında boğulacağını anladıktan sonra hiçbir hareket yapmayarak kendilerini suya salıverenler ve felaketi bir an evvel isteyenler gibi kendimi bırakmıştım. Bir şey ümit etmemenin rahatlığından başka barınacak ruhi bir köşem kalmamıştı.
Artık hiçbir şey tahmin edemiyor, hiçbir şey beklemiyordum.
Uyuyamadım, ağrılarım arttı, fakat ruhi azabıma nispetle çok asil, sade ve saf olan et ıstırabımı o gece sevdim.
Ben belki teselli edilmeye muhtacım, fakat bunu istemiyorum, anladın mı? Ben yalan söylenmesini istemiyorum. Hem bu ne budalaca teselli! Aldandığımı anladıktan sonra daha fazla sıkılmayacak mıyım?
Bazen etrafımızda o kadar esrarlı bir hadise olur ki ince teferruatına kadar bunu sezeriz, fakat hiçbir şey idrak etmeyiz; ruhumuzun içinde ikinci bir ruh her şeyi anlar, fakat bize anlatmaz, böyle korkunç işaretlerle bizi muammanın derinliklerine atar ve boğar.
Havuzda yıldızların aksine bakıyoruz; fakat aynı şeyi hissettiğimizden emin olmamak azabı içindeyim.
... ağaçların bile sıhhatine imrenerek yürürdüm.
Mahir Ünsal Eriş
Neil Gaiman
John Hart
Bediüzzaman Said-i Nursi
Michel Foucault
Howard Gardner
Gayle Forman
Ahmet Hamdi Tanpınar
Daniel Quinn
Suzanne Collins