?kıstırılmış bir hayvan gibiyim abidin.? diyecekti. nöbete kalıyordu o gece. ama ?seninle konuşmak istedim.? demişti. abidin saldırganlaşıyordu böyle durumlarda, kendisinden bir şey istendiğinde, belirsiz bir şey, varlığı mesela, dostluğu? zırvalardı bunu hissettiğinde. zırvalamıştı. oysa ne kadar da ihtiyacı vardı. kutsal dostluk! (sayfa 6) iki ayrı nokta olsalar, haritada iki ayrı, uzak nokta, aralarında nehirler, dağlari okyanuslar filan olsa? daha rahat, daha rahat severdi. (coğrafya herkese iyi gelir.) böyle olsun istiyordu. geçmiş de o zaman gerçekten geride kalır belki. (sayfa 7) konuşuyordu derya. herkes herkesle dostmuş gibi, değilse de hemen olabilirmiş gibi bütün engelleri bir hamlede aşarak, ama bunun için gerilecek bir mesafe olmalı, tabii bir de spor ayakkabılar, mümkünse eşofman, sağlıklı beslenme? onunla alay etmek hoşuna gidiyordu, elinde bir tek bu vardı, kabuğunun içinde geçirdiği onca yıldan sonra, bir tek bu yeteneği kalmıştı. (sayfa 8) ?yere düşen ve ne yöne gideceği belli olmayan atkestaneleri gibi sıçrayıp ilerleyen, sonunda da hiçbir yere varamayan şeyleri. (sayfa 10) kim bilir o insanları da sevecekti belki bir gün,i aradan yıllar geçince; kendi boylarından daha uzun olanları biçen bir tarım makinesinin üzerine kurulmuş bütün o insanları. çünkü zamanla ger şeyi sever insan, çünkü bir gün öleceğini anlar. (sayfa 10) ?şimdi de taşları savuruyor bak duyuyor musun?? susup dinlediler; susarlarsa, hareket etmezlerse çabuk biter diye düşündüler. bu işkence çabuk biter. (sayfa 12) başka insanlar başka basit şeylerle boğuşuyordu, birbirlerine dokunmadan, dokundukları zaman da özür dileyerek, çünkü çarptıklarını düşünerek. (sayfa 16) ?bugün gelmezdiniz, dedi bize, cumartesileri hiç gelmezdiniz, dedi. meğer telaşlanmış biz telefon edince. sabiha?ya kötü bir şey oldu sanmış. içeri girdiğimizde yüzü bembeyazdı. sabiha?ya bir şey mi oldu, diye sordu biz anlamadık tabii. düşünsene bir saat boyunca kurmuş da kurmuş kafasında. yok anne, dedim, kötü bir şey olsa söylemez miyim, dedim. bir de, başka bir şeye daha üzüldüm. cumartesileri gelmezdiniz, demesine? yani alıştırmışız onu, bir çeşit kader gibi. bugün cumartesi gelmezler, bugün pazar gelmezler, bugün pazartesi gelebilirler, diye yaşıyor. böyle sanki. ?bence biraz abartıyorsun.? dedi kadın. boş çay bardağını yere, ayaklarının dibine koydu. (sayfa 18) kızı, kendisi, karısı, gelini, her biri bir yere savrulmuş, içine kapanmıştı. kolları çaresizlikten göğüslerinin üzerinde kavuşmuş, suskun, paylarına düşeni kendi başlarına yaşıyorlardı. her biri kendi köşesinde. oğlu askeri hastanede? (sayfa 22) bir su bardağının içinde açık mavi ve pembe renkli kağıtlar duruyordu. pervin bunlardan biriyle kaşığını silecek olmuştu, ?korkma ölmezsin!? demişti hasan. herkes, dünyadaki herkes, böyle eleştirir, rahatsız eder birini. herkes yapar bunu. o da yapmıştı. (sayfa 29) ?yere çakılana kadar kanatlarımın olduğuna inanacağım.? bu inanç yetiyordu ona. zaten hayat da yere çakılana kadar yaşanan bir şeydi. kahramanlar için. karşıdan karşıya geçen ve kurtuluş parkı?na giren kahramanlar için. (sayfa 30) ?aşkın sevgiye, arkadaşlığın dostluğa dönüştüğü yer.? sinirli sinirli güldü, aynı zamanda böyle boştu işte sözcükler. boş. tıpkı atomlar gibi sözcüklerin de içi boş. bu yüzden hafifler ve hızlı hareket ediyorlar. çabucak yayılıyorlar. (sayfa 31) bir de şu var tabii, yani insanların kendilerini ölümsüz kılma çabaları. konuşmalarında da var bu. tek başına yaşayan yaşlı kadın yemeği (balıkmış galiba) ocağa koyup bakkala bir şeyler almaya gidiyor. gecikince yemek yanıyor, bütün apartman duman içinde kalıyor. üst kattaki genç kız genzinin ne kadar yandığını anlatıyor, nefes alamadığını söylüyor. balkona çıkmış, yaşıtı komşusuyla konuşuyor. öteki de öksürmekten ciğerlerinin parçalanacak gibi olduğunu anlatıyor. kadıncağız umurlarında değil, yaşlılığı, yalnızlığı, titreyen elleri, kanada?dan bir türlü gelmeyen kızı. (sayfa 32) hayatın ve edebiyatın devamı için kulaklarına fısıldanan sözleri ezberleyerek. geleceği hiç düşünmeden. kendi karanlıklarının ortasında, ışığı aramadan, çünkü o eylemi gülünç. bularak, avuçlarını duvara dayayıp sürtüne sürtüne düğmeyi aramayı gülünç bularak. (sayfa 33) ?kucağınızda tutarken çocuklarınızı, kucağınızda tutuyordunuz büyün belirsiz umutlarınızı. daha büyük bir mutfak? yeni bir çamaşır makinesi? çocuğunuz için iyi bir meslek? birkaç torun? yoksa bir yazlık mı? herkes ister bunları; ister, isteyecek bir şeyi olmazsa mutsuz olan herkes.? (sayfa 37) ?sinemaya gidiyorsunuz. sonra başkalarına anlatacaksınız. aynı kadını seven iki erkek var, kadın önce biriyle, sonra ötekiyle birlikte oluyor, ama adamlar yine de dost kalıyor, filmin sonunda kadın arabayı bilerek köprüden aşağı sürüyor, ikinci birlikte olduğu adamla ikisi ölüyor. anlayacaksınız, bir kere bile filmlerdeki gibi sevilmeden.? (sayfa 37) buralar hatıralarla doluydu. insan böyle şeylere nasıl dayanır? yılların geçip gitmesine ve her şeyin belleğin bir oyunuymuş gibi bir belirsizliği içine batmış olmasına? bu ben miyim? peki o ben miyim? büyün bunları yaşayan. hayır seyreden. karar veri yaşayan mı seyreden mi? yalayan değilmiş gibi. geçmişte başka biri, ama şimdi ben. geçmiş olunca başka biri. (sayfa 48) ?boş ver!? dedi kendi kendine, ?bir halt var sanki geçmişte. düşünme geçmişi, zaten bunun için kısa geliyor insana ömür, düşündüğü için.? (sayfa 50) bu aklına gelince ve bununla birlikte geçmiş de aklına gelince ve çok süratli gelince, gözleri doldu. çünkü bir şeyin düşünce olabilmesi için makul bir sürenin geçmesi lazım. aniden akla geliveren be düşünceye dönüşmek için kafi zamanı bulamayan şeyleri basınç değişikliğinin tesiriyle(bizim problemimizde basınç aniden düşüyor, sıcaklık ise sabit) ne olur, sıvı hale geçer ve gözyaşı olarak akar bunu herkes bilsin. bu böyledir. gözlerini sil. (sayfa 51) bir gazete kesiğinde ?yanlış kararlar hiç verilmese? yazıyordu. (sayfa 57) ?insanoğlunda bir ahmaklık var. öleni, biteni daha çok seviyor, sayıyor.? diyordu içeride berber. hikmet, çenesi göğsünde dayalı, biz dizgi yanlışı kuruyor kafasında: ?insanoğlu olanı biteni daha çok seviyor.? (sayfa 57) damarlarındaki kana artık yer çekimi hükmediyor. (sayfa 64) konuşmak, kimi zaman sevişmekten beter eder insanı! (sayfa 78) ?böyle şeyler köyde o kadar olağandır ki! orada herkes doğuştan bir ölü yıkayıcısıdır. köylüler doğar yaşar ve ölür, şehirliler ise doğuyorlar, yaşıyorlar ve ölümden korkuyorlar. (sayfa 79) o bütün bunları yaşamış, unutmuş, sonra yine yaşamış ve yine unutmuştu, çünkü esas olan budur. insan bu yaşa kadar ancak unutarak yaşayabilir. marifet sanki! (sayfa 91) kendi kendine de bağırıyor, kim karışır! deli derler, geçer giderler, acele bir işleri vardır muhakkak, belki kooperatif taksiminin, belki de üzerinde ?sayacınızı dış etkilerden koruyunuz.? yazan bir su faturasının son günüdür. (sayfa 100) tabii zordur hayat. ?zordur ama güzel olduğunu da görmüştüm ben gençliğimde.? (sayfa 100) bu bir yenilgi. toptan bir yenilgi. yenildi ve bunun tuhaf hazzıyla dolu, hayat bu, mağlup olursun ve haz alırsın, aynı anda. koynuna alır ve kovar. ikisinin de tadı aynıdır. (sayfa 101) o zaman yeşil sabun, üç paket. karısı bulaşıkları artık sabunla yıkıyor, daha sağlıklıymış. sağlıktan ölecekler bir gün. merhumu nasıl bilirdiniz? çok sağlıklıydı! (sayfa 102) galiba geçmişe bakmak geleceğe bakmaktan daha heyecanlı! (sayfa 109) kimi zaman öyle geliyor ki, hayatım boyunca katı hale geçemedim beni durmadan masaların, koltukların, sehpaların altına ve yetişkinlerin ayaklarının dibine çöken, bereket versin havadan ağır bir gaz olarak yaşadım bunca yılı. yirmi altı yılı. ve bu yirmi altı yıl boyunca tek bir şeyi istedim, tek bir şeyin peşinden koştum, koş dedim ruhuma, koş alçak, koş pislik, o da koştu? karşıma çıkan herkesin, kadın erkek, çoluk çocuk, herkesin bana aşık olmasını istedim. işte benim basit gerçeğim! (sayfa 111) geçmiş yaşantılarımı, pişmanlıklarımı tekrar eden bir makineye dönüştüğümü ve artık ispat etmekten, göstermekten, kanıtlamaktan, beni güzel gösterecek aynalar aramaktan yorulduğumu belirten işaretler. görüyorlar mı bütün bunları, anlıyorlar mı, diye dikkatle bakıyorum insanlara. ama o kadar çoklar ki, onları insan olarak göremiyorum! onlar da beni göremiyorlardır. şehir böcekleriyiz biz. (son)
Diğer Barış Bıçakçı Sözleri ve Alıntıları
- Siz de bilirsiniz, anlatmaya değer şeyleriniz olduğunu, bir gün bunları anlatacağınızı düşünmek ne güzeldir ve bu düşünce bir kez yer etti mi nasıl da perişan eder insanı! Şu dünyadaki en yüksek mertebe olan okurluk mertebesi size yetmemeye başlar. Dünya olmak istersiniz.
- Aforizma belki bilmek demek değildir ama bilmek çabasıdır, ona en azından bir başlangıç önermesine verilen değeri vermek gerekir. Şu da yeteri kadar açık değil mi: Aforizma modern insanın kullandığı bir ağrı kesicidir. Hiç olmanın ağrısını dindirir. Sonra ağrı yine başlar.
- Halbuki sızıntı hep vardır, ip gibi, yaşadıklarımızdan, okuduğumuz kitaplardan, seyrettiğimiz filmlerden zihnimize akan bir şeyler hep vardır.
- Benden okumak için kitap önermemi isteyenlerin kalbimi de istediklerini sanıyordum, hâlâ öyle!
- Birlikte geçirdiğimiz o güzel günlere ne olmuştu? Benim aklım hep o günlerdeydi. Ne olmuştu o günlere? Yaşanan şeyler ne olur Çetin, nerede durur? Hatırlamaya ve belleğe ilişkin eğretilemeler beni kesmiyor. Tozlu tavan arasına girmek, eski bir sandığı açmak, sararmış bir defterin sayfalarını çevirmek filan diyorum, beni kesmiyor. Geçmişimizle bağlantı kurmanın tek yolu hatırlamak mıdır? başka bir eylem yok mu, olamaz mı?
- "Yaşamak ilerlemek olamaz diye düşünüyor Cemil, ama geride bırakmak olabilir..."
-Sinek Isırıklarının Müellifi - "Evet, yolun sonunda iki adam, şiirin bile fayda etmediği çünkü şiir çaredir bir bakıma ölüme, özellikle de son dize ve her şeye çengel atan kafiye."
- "Matematikçiler düz basit bir çizgi çiziyorlar. çizginin bir ucuna (-) sonsuz bir ucuna (+) sonsuz yazıyorlar. bu bir sayı doğrusu. Matematiksel sonsuz. Her şey mümkün alıyor musun? Sonra bu sayı doğrusuna teğet bir çember çiziyorlar. Ardından çemberin tepe noktasıyla sayı doğrusunun üzerindeki rastgele bir noktayı birleştirerek , doğru üzerindeki her noktanın çember üzerinde tek bir noktaya karşılık geldiğini, benzer şekilde çember üzerindeki herhangi bir noktanın da sayı doğrusu üzerinde tek bir noktaya karşılık geldiğini gösteriyorlar. Matematikçiler sabırlıdır, birebir eşlemeye bayılırlar. Böylelikle sonsuz sayı doğrusunu sınırlı ve kapalı bir şekle yani bir çemberle eşleştirmiş oluyorlar. Cemal bunu gördüğünde müthiş seviniyor. Çünkü kapalı ve dairesel şeyleri seviyor. Sonsuzluğun ve hayatın dairesel olduğunu hiç hareket etmeden sonsuzluğa ulaşılabileceğini büyük sırrın bu olduğunu anlıyor." (Syf.124)
- "Yalnızlık mı? Milyarlarca insanın adı geçiyor bu bahiste!"
- Yalnızlık mı? Milyarlarca insanın adı geçiyor bu bahiste!